Otizm Spektrumundaki bir genç dünyayı iklim krizine uyandırıyor
Greta Thunberg adı iklim krizinin varlığını bir biçimde yüzümüze çarpan kişi ve iklim krizinin “Kral çıplak” diyen çocuğu olarak şimdiden tarihteki yerini aldı gibi gözüküyor. Greta, iklim krizine ilişkin kanıt isteyenlerin dikkatlice baktıklarında rahatlıkla görebilecekleri bilgileri ilk kez sekiz yaşında bir çocukken duymuş. Bildiğimiz anlamdaki yeryüzünün sonunu getirebilecek bu krizin bilinip de bir şey yapılmamasına aklını erdiremeyen Greta 11 yaşına geldiğinde karamsarlık ve belki korku içindeyken ‘dili tutulup’, konuşmayı kesmiş. Susmuş. On beş yaşına gelip bu sefer de hiç susmamacasına, susturulamaz biçimde konuşmaya başladığında, yeryüzünün özellikle varlıklı ülkelerini, bu ülkelerin yöneticilerini ve halklarını iklim krizi için lafı uzatmadan hemen bir şey yapmaya davet etmek üzere İsveç Parlamentosunun önünde ilk eylemi başlatmış. Dünyanın dört bir köşesine yayılan okul grevleri, Greta’nın Davos’tan Fransız Parlamentosuna uzanan değişik platformlarda kendine özgü duruşuyla yaptığı konuşmalar, Nobel Barış Ödülünü alacak mı tartışmaları, iklim krizini olduğu kadar, belki ondan fazla Greta Thunberg’e ilişkin merakı arttırdı.
Sekiz yaşında bir çocuğun iklim krizi hakkında bilgiler duymuş olması okurlara pek inandırıcı gelmemiş olabilir. Ama bu çocuk farklı, değişik bir çocuk. Önce şunu belirteyim: tanımadığım ya da muayene etmediğim bir çocuk hakkında konuşmayı amaçlamıyorum. Greta’ya ilişkin bilgileri ben de basını tarayarak buldum; konuşmalarının video kayıtlarını seyrettim. Greta’nın hayatına ilişkin herkese açık kaynaklardan öğrendiklerimi ve bu hayatı belirleyici rol oynayabilecek tanılarına ilişkin bildiklerimi birleştirerek bu vesileyle otizm, mutizm ve insan gelişimi hakkındaki genel fikir ve bilgilerimi paylaşmak için bu yazıyı yazdım.
Greta 11 yaşında konuşmayı ‘kesip’, susunca ailesinin danışma için götürdüğü çocuk psikiyatrı bu durumun bir nörogelişimsel bozukluğun parçası olduğunu belirtmiş (-miş, ben görmedim, ama öyle diyorlar anlamına gelen bir Türkçe kıvraklığı). Çocukların konuşma becerisine sahip oldukları halde belli kişilerle (arkadaşları, öğretmenleri gibi) ve ortamlarda (okul gibi) konuşmamaları, ama evlerinde belli kişi ve ortamlarda (ev gibi) konuşmaya devam etmeleri durumu ‘selektif mutizm’ (seçici suskunluk) olarak tanılanıyor. Birden çok sebebe bağlı olarak ortaya çıkabilen bu davranışın bir ‘ret’ tavrı olması seçilmiş, istenirse vazgeçilebilecek bir durum olduğu düşüncesini doğurmasın. Selektif mutizm iradeyle başlatılıp durdurulan (seçilen) bir durumdan ziyade alışma, ısınma veya konuşma için kuvvetli bir motivasyon doğması ile aşılabilen bir problem. Nitekim, 15 yaşına gelip de iklim krizine ilişkin söyleyecek sözlerini susmamacasına söylemeye başlaması bu tür bir ‘aşma’ sürecinin ürünü gibi. Bir konuşmasında suskunlaştığı dönemi, konuşmanın gücünü ve zaruretini anladığı dönem olarak tanımlıyor.
Greta’nın sustuğu dönemde, yeme, içmeyi de kesmiş, iki ayda on kilo kaybetmiş olduğunu öğrendiğimde, seçici suskunluğunun aynı zamanda derin bir depresyonun parçası olabileceğini de düşündüm. Yetişkinlerin, ‘normal insanların’ dünyanın sonunu getirebilecek iklim olayları dizisine son 30 yıldır kayıtsız kalıp, bu konuda esas yapılacakları yapmayıp sonra da ‘ışıkları söndürmeyi unutma, suyu ziyan etme’ gibi yüzeysel önlemlerle durumu idare etmelerini anlamakta zorlanan Greta dünyayı ve karar verici noktalarda olanları sarsalama gereğini derinden hissetmiş. Birisinin söylemesi gerekenleri kimsenin söylememesine akıl erdiremediği için eliyle yazdığı pankartla grevi başlatmış; gençleri nasıl kavradığını ise bildirisinde yetişkinlere seslenişi anlatıyor: “Geleceğimizin içine s..tınız.”
Umut belirsizlikten beslenir, umut iklim krizine ilişkin pasifliği besler: “Belki bir yol bulunur, belki işler kendiliğinden yola girer, güneş panelleri, yeni enerji kaynakları” umuduyla dünyanın geri döndürülemez bir çizgiye gelmesine seyirci kalmak Greta’ya göre akıl işi değildir: “Ya yok olacağız ya da karbon emisyonlarını durduracaksak hemen durduracağız.” Bu ikisi arasında, tıpkı yaşam ile ölüm arasında olduğu gibi, bir ara nokta yoktur.
Greta’nın iklim krizini kafaya takması, bu konu dışında bir şey düşünemez olmasıyla beraber depresyon, yemeden içmeden kesilme, karamsar bir gerçekçilik, siyah beyaz düşünce yapısı, takıntılar ve suskunluk gibi özellikleri depresyon, obsesif-kompülsif bozukluk ve selektif mutizm gibi değişik ruhsal bozuklukların tanı olarak konmasını getirmiş. Ancak bu tanıların tek tek düşünüldüğünde başlangıçtan beri (anne-babasının tanımıyla) ‘tuhaf, kendine özgü, içe dönük, hep kendi ilgileri olan’ bir çocuğun ruhsal gelişimi sırasında ortaya çıkan durumlar olduğunu, durumun ‘ana ekseni’nin ne olduğunu (Greta’nın da nasıl bir gelişim sürecinden çıkıp geldiğini) aydınlatmadığını söyleyebiliriz.
O noktada Greta Thunberg’in ruhsal durumunu açıklayıcı bir değerlendirme daha gelir; bu tanı Greta’nın da aklına yatmıştır, benimsemiştir.
Otizm Spektrumunda olmak her şeyi net biçimde, neredeyse siyah ve beyaz olarak görmeye imkan verir. Biz otizm spektrumunda olanlar, yalandan pek anlamayız. Sizin pek bayıldığınız o sosyal oyunlarda yer almak da keyif vermez.”
Greta ‘like’lanmayı pek umursamaz, gerçeği söylememek adeta elinde değildir. Otizm spektrumunda olmaktan gurur duyar, ama otizmi romantize edenlerden farklı olarak bunu bir ayrıcalık ya da ‘üstün’lük durumu, bir lütuf olarak görmez. Birçok otizm tanılı kişi için bu tanı dışlanmak, zorbalıkla karşılaşmak ve acı çekmek demektir. Ancak çok uygun şartlar oluştuğunda duruma, verilen çerçevenin dışından bakabilmeyi, çıplak ve acıtıcı gerçeğin tutkuyla peşinden gitmeyi, kimsenin ne diyeceğini düşünmeksizin pat diye söylemeyi de getiren bir durumdur.