Kazanmak kolay değil! Ne, kolay kazanıldı ki? Mücadele etmeden neye sahip olundu? Kolay kazanılan ve değerli olan ne var? Kazanmanın ruhu değil midir mücadele? İnsanın kişisel mücadelesi daha anne karnında başlıyor. Dokuz aylık mucize, ceninin kendi mücadelesini, yaşama tutunuşunu da içeriyor. Sonra dünyayla buluşma vakti geliyor... Alınan her nefesle hayata bağlı kalma, büyüme, olgunlaşma. Öğrenme, gelişme, hata yapma, doğruyu bulma... Bireysel mücadeleden sıyrıldıkça kazanılan toplumsallaşma, bir arada mücadeleye devam etme... İnsanın kendi macerasında içgüdüsel başlayan kişisel mücadelenin ailesine, çevresine, toplumuna duyarlılık kazandıkça gelişerek sürmesi... Mücadele, mücadele, mücadele... Mücadelenin bittiği yerde hayatın da biteceği bilinciyle, yaşamın her anında mücadele.
Bireysel olarak daha iyiye ulaşmak için sürdürülen mücadeleyi toplumsallaştıran da aynı dürtü. Daha güzel günlerin gelmesine inanmak ve gelmesi için mücadele etmek. Daha demokratik, daha refah, daha güzel günler için mücadele etmek... Nice en derin karanlıklardan tüm bir toplum olarak çıkarak, en aydınlık geleceklere ulaşmak. Mücadele hep var, coğrafya tanımaz, din dil ırk bilmez bir ihtiyaçla, bir içgüdü ile, mücadele hep var.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki... Şayak kalpaklı adam, nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden, güzel, rahat günlere inanıyordu. Gülen bıyıklarıyla duruyordu mavzerinin yanında. Birden bire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati sordu. Paşalar ‘üç’ dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun kenarına kadar, eğildi durdu. Bıraksalar ince uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak, Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı...
Yukarıdaki paragraf Nazım Hikmet’in şiiri. Atatürk’ün büyük taarruzunu anlattığı şiiri. Güzel mavi gözlü adamın, son nefesine kadar, yiyemediği “enginarı” istediği son sözlerine kadar sürdü mücadelesi. Ve ne güzel kaleme aldı Nazım Usta, “Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden, güzel, rahat günlere inanıyordu” sözleriyle. Bugünün tarihi, en umutsuz anında bir mavzerden bile umutla bakmayı bilen adamın kilometre taşlarından biri. 10 Kasım. Tüm dünyanın bizim Atamızı kaybettiği gün. Kazanmak için çıkılan yolda, tümden edinilen bir amacın, tümden savunulduğu ve başarıldığı yoldaki kilometre taşlarından biri. Ulusça ne yapacağını hedefleme bilincinin kilometre taşlarından biri. Atatürk sonrasının Atatürk’ü daha ilk günden itibaren ve hale, her gün bir çok nedenle özlemesinin başlangıcı.
Ruhu şadolsun.
***
Türkiye’nin kuruluşunda, temel olan şeylerin ‘bir arada olma bilinci’ ve ortak amaca hep birlikte yürüme gibi değerler olduğunu görmek zor değil. Zor olmadan görülebilen bir şey daha var! O da, mücadeleyi bölmenin en temel taktiğinin, toplumdaki ‘bir arada olma bilincini’ ortadan kaldırma olduğudur.
Bunu bilip bunu söylemek dışında artık yeni şeyler söylemek lazım.
Söylediğimiz yeni şeyleri de lafta bırakmamak lazım!