Basın yayın organı çeşitliliği ve sayısı bağlamında özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında çok faal olan Türk Yahudi Toplumunun aynı yüzyılın ikinci yarısında azalan nüfusu ve kaybettiği ekonomik güçle birlikte, bu sayıda büyük azalmaya tanık olunmuş ve süreli yayın organları en aza inmiştir.
21. yüzyıla girerken birkaç derneğin çıkardığı bülten - dergilerin dışında sadece Şalom Gazetesi hayatta kalabilmiş ve bugün dijitalleşmenin de yarattığı yeni koşullar nedeniyle derneklerin basılı ürünü de kalmamış, sadece ve sadece 74 yıllık Şalom ve ekleri bugüne kadar gelebilmiştir.
Bugün, Türk Yahudi Toplumu’nun nüfusu taş çatlasa 15 bini geçmez. Genç nüfus, bırakın yazılı basını, dijital platformlarda bile gazete ve dergi kültürüne ait hiçbir mecrayı takip etmezken, ŞALOM, yazılı medya anlamında bütün bu makro sıkıntılara karşın hayatta kalmaya çalışmakta. Bu anlamda kendini yenilemeye ve hem toplumunun hem de geniş toplumun ilgisini çekecek yenilikleri hayata geçirmeye çalışırken, ekonomik sorunlarla boğuşmakta.
Bir gazetenin temel gideri kağıt maliyetidir. Pandemi ile alakalı olduğunu sandığım uluslararası çaptaki kağıt tedariki sıkıntısı kağıt fiyatlarını yılbaşından beri döviz bazında yüzde 80 arttırırken bir de aynı dönem zarfında yaşadığımız yüzde 35’lik devalüasyon gazete kağıt maliyetimizi on ay içinde yüzde 145 arttırmış durumda. Bu koşullarda kağıt gazete basma maliyetini abonelerimize yansıtmanın zorluğu ortada. Buna ilaveten PTT’nin özellikle yurt dışı gönderimlere getirdiği çok büyük zam, abonelerimizi kaybetmemize neden olacak.
Lakin, 74 yıldır kesintisiz yayın yapan Şalom’un ve ekleri olan Şalom Dergi ile Ladino El Amaneser’i basılı olarak çıkarmak için bu ülkenin önemli bir rengini yaşatmak adına elimizden geleceğini yapmaya çalışacağız.
Dijitalleşme bütün dünyada kağıt okurunu önemli derecede azaltırken bu yeni normal, Şalom’u da ziyadesiyle etkilemiş durumda. Buna ilaveten kağıt ve gönderi maliyetlerindeki anormal artışlar işimizi daha da zorlaştırmakta.
Bütün bunlara rağmen, kağıt gazete ve dergiyi ve diğer ekimizi nefesimizin son damlasına kadar basılı olarak çıkarmaya çalışacağız. Bu yolda en büyük destekçimizin okurlarımızın olduğuna ve 74 yıllık yayın kuruluşunu yaşatmak için ellerinden geleni yapacaklarına yürekten inanıyoruz.
***
Üniversite yıllarımın vazgeçilmez cumartesi sabahı etkinliği, Atatürk Kültür Merkezi’nde Devlet Senfoni Orkestrası’nın her hafta verdiği klasik müzik konserleriydi. Bazı haftalar çalınan eserlerin niteliği nedeniyle bilet bulma zorluğunu hafta içinde sabahtan kuyruğa girme suretiyle aşardık. Bir de dünya çapındaki klasik tiyatro eserlerini büyük salonda izlemek büyük bir ayrıcalıktı sanki. Sonra ne olduysa oldu, Türkiye’nin en büyük kültür merkezi kaderine terkedildi, konserler ve tiyatro ve film gösterileri tarihe karıştı.
AKM kapısına kilit vurulduktan tam 13 yıl sonra kimilerinin başta hiç inanmadığı şekliyle, küllerinden doğarak yepyeni ve çok daha görkemli olarak inşa edilerek, başta İstanbul sanatseverleri olmak üzere tüm Türkiye’nin hizmetine sunuldu.
Orijinaline saygı anlamında, dış cephe mimarisi değiştirilmezken iç mekanları ise estetik mimarinin çağdaş formlarıyla donatıldı. Yeni ve görkemli bir AKM’yi bize kazandıranlara borcumuz büyük. Açılış için hazırlanan ‘Sinan’ operası ise kültür hayatımızın nasıl renkleneceğine ait ipuçlarını verecekti. Böylesi büyük bir prodüksiyon ile ışık, dekorun renkliliği ve kostümlerdeki tarihsel zengin boyut, operayı özellikle gençlere sevdirmenin yolunu açmış olacaktı muhtemelen.
Beklentimiz, hem operada hem müzik dinletilerinde hem yerelin hem çok sesliliğin ve evrenselliğin yaşatılması, hem de tiyatro eserlerinin seçiminde belli bir siyasi - kültürel çizginin yerine farklı dünyaların ve çok sesli düşünce biçimlerini temsil edecek bir program yaratılması.
Hoş geldin tekrar kültür hayatımıza AKM.
***
Şalom’un geçtiğimiz hafta duyurduğu Netflix dizisi ‘Kulüp’, daha yayına başlar başlamaz çok ses getirdi. 1950’lerde geçen bir dönem filmi/dizisi olan Kulüp, çok büyük bir adaletsizlikle gayrimüslimlerin aleyhine sonuç veren Varlık Vergisi’nin mahvettiği binlerce aileden biri olan Türk Yahudi ailesi Aseoların, vergiyle başlayan zincirleme yıkılış hikayesini ana temasında tutuyor.
Türk Yahudi Toplumu’ndan bazı kişilerin de rol aldığı dizide bugün unutulmaya yüz tutmuş Ladino dilinin 1950’lerde nasıl da yaygın olmakla birlikte yerini yavaş yavaş Türkçeye bıraktığını görürken, Varlık Vergisi ile başlatılan ‘Türkleştirme’ politikasının tüm gayrimüslimlere keskin bir ötekileştirme başlattığını da gözler önüne seriyor. Filmin ana karakteri olan anne – kız Aseolar bu ötekileştirmenin sonuçlarını yaşarlarken sürekli olarak, o dönem yeni kurulan İsrail’e göç etmeyi gözden geçirmelerini, o dönemde yaşattırılan ayrımcı politikaların en somut sonuçlarından biri olarak algılıyoruz.
Yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan kimi Yahudilerin ve diğer farklı dinden Türk vatandaşlarının artık kendilerine yeni bir hayat kurma adına göç etme istemelerini yaratan siyasi iklim aslında Türkiye’ye zarar vermiş, bu kadim coğrafyanın renklerinin solmasına neden olmuştur son tahlilde.
Kulüp dizisi, çok başarılı dönem dekoru, üstün oyunculuk ve çok katmanlı müziği ile hem 1950 İstanbul’unu yeni kuşaklara gösterirken, Türk Yahudi Toplumu’nun, bu coğrafyada tarihindeki en önemli kırılma noktası olan Varlık Vergisi ile birlikte her anlamda düşüşe geçtiğini ve belki de arzu edilen asıl amacın nasıl da hasıl olduğunu kimimizin gözyaşları eşliğinde gözler önüne koyuyor.
Her seçim bir kaybediştir son tahlilde.