Şu sıralar gündemimiz oldukça gergin. Bir taraftan dengesiz döviz kurları, her geçen gün artan fiyatlar keyfimizi kaçırıyor. Haftasonları gerçekleştirdiğim şehir dışı turlarımda İstanbul’a uzak kentlerimizden insanlarımızı dinleyip yaşadığım çemberin dışını da anlamaya çalışıyorum. Ufkumuzun karardığı şu günlerde, Mardin’den ilginizi çekeceğini düşündüğüm, halkın gönlünü fethetmiş Ammo Bahe’nin dokunaklı hikayesini anlatacağım. Bu hikaye Hanuka günlerinde içimizdeki inanç ve umudumu kaybetmemeyi de bize hatırlatsın…
Ammo Bahe doğumundan altı yaşına kadar annesi ile yaşamış. Annesi bir gün tarladaki işlere kendini kaptırdığından (70 yıl önce) açıkta bıraktığı bebeğini unutmuş. Bu arada bir kuş türü ya da tavuk, bebek yaştaki Bahe’nin bir gözünü gagalarıyla kör etmiş. O günden sonra bir gözü kör olarak ömrünü yaşayacaktır.
Mardin’in Süryani cemaatinden Bedia Hanım, dört çocuğuyla dul kalır. Henüz otuzlu yaşlardadır. Çaresizdir, Suriye’ye göçmeye karar verir. Üç çocuğunu yanına alır. O vakitler altı yaşında olan Bahe’yi, Deyrulzafaran Manastırına emanet eder.
Bahe, kardeşlerin içinde en zayıfıdır. Hem hastadır hem de zekası yaşıtları gibi değildir. Belki bakamayacağını, belki göç yoluna dayanamayacağını düşünür. Oğlunu manastırın korunaklı duvarları arasına bırakırken “Burada kal, döneceğim” demiştir…
6 yaşından itibaren, boynu bükük bir şekilde annesinin dönüşünü bekler Ammo Bahe. Tam 70 yıl bekler annesini. Annesi ise geri dönmeyecektir. Bedia Hanım göçtüğü Suriye’de başka bir adamla evlenmiş, en küçük çocuğunu ise bir daha sormamak üzere unutmuştur…
Ammo Bahe, tüm ömrünü Mardin Deyrul Zafaran Manastırında geçirdi. Herkesin bildiği tanıdığı bu melek insan, her gelenle kısa da olsa konuşur; “Ne yapıyorsun?” diye soran herkese, kendini bildiğinden beri hep aynı cevabı verirdi: “Annemi bekliyorum. Beni buraya bıraktı. Geleceğini söyledi.” Gel zaman git zaman bu bekleyiş 2014 yılında Ammo Bahe’nin aramızdan ayrılışı ile sona erdi.
Ammo Bahe’nin cenazesine tüm Mardin halkı, devlet kademesinden yetkililer, Hristiyan, Müslüman, Arap, Süryani, Kürt, Ermeni, bütün toplumlardan katılım oldu. Bahe’nin hikayesi vazgeçmemenin ve her koşulda hayata umutla bakabilmenin hikayesidir Mezopotamya topraklarında… Bugün tarihi Mardin’in abbaraları arasında Bahe’nin o hüzün dolu bakışını duvarlardaki çizimlerde görürsünüz. Vefatından bir yıl önce yönetmen Haydar Demirtaş Bahe’nin hikayesini belgesele aktarmış, bu vesileyle kız kardeşine ulaşılmış ve annesinin de hayatta olmadığı öğrenilmiştir.
Bahe bir ömür boyu bekledi, bazen dargın ama kime dargın olduğunu bilmeden kalbinde hep bir sitem, çaresiz olduğunu bilse de ömür toprağa merhaba diyene kadar beklemeye devam etti…
Bu topraklarda farklı acıları yaşayan herkes yüreğinde bir sitem beklemeye devam ediyor. Geçmişten gelen acı hikayeler, hatırlarda kalan acı hatıralarla kimi Varlık Vergisi’nin, kimi de 6-7 Eylül 1955’in özrünü halen bekliyor. O günleri yaşayan büyüklerimizin çoğunu boynu bükük uğurlamıştık ebediyete. Geride ise ait olduğu ülkeye karşı yaşananlara rağmen saf ve temiz duygularını kaybetmeyen buruk nesiller kalmıştı. Yaşananlar öyle ağırdı ki kitaplara sığmıyor, ancak filmi yapılınca çığlık sesleri, ortak acılar dile geliyordu. Barış dolu bir gelecek için yüzleşmek ve özür dilemek için halen geç değil, yeter ki samimi bir iletişim kurabilelim…
“Bugün gelir belki, belkiydi işte, bilirsin ömür belkiye hayran…”