Merkel hayranıyım. Zaten hayran olunmayacak gibi de değil. Forbes dergisi tarafından geçtiğimiz yıla kadar on yıldır Avrupa’nın en güçlü kadını seçildi. Merkel’in mavi gözlerine, sarı saçlarına mı hayran dünya alem? Yok, çok nedenleri var. O nedenlere geçmeden önce Merkel ve ülkemin siyasetçilerinin siyasi yaklaşımlarını karşılaştırmak istiyorum. Tabi bunu yaparken Türkiye’nin siyasi genetiğini, tarihsel arka planını az da olsa ortaya koyarak.
Merkel, Alman Hristiyan Demokrat Partisinin liderliğini ve başbakanlığı uzun yıllar beraber sürdürdü. 2018’de Başbakan Angela Merkel 18 yıldır liderliğini yürüttüğü Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) Partisinin genel başkanlık görevini devretti. Merkel’in yerine genel başkanlığa seçilen Annegret Kramp-Karrenbauer, parti tarihinin ikinci kadın başkanı oldu. Karrenbauer, tabanı iyi tanıyan ve deneyimli bir siyasetçi olarak gösterilirken, Merkel'in çizgisini sürdürmeye devam ettiği görülüyor. Bu devir teslim töreni yapılırken halef ve selefin birbirlerine sevgi ve şükran dolu bakışlarını, Kramp-Karrenbauer’in gözyaşları içinde Merkel’e yaptığı teşekkür konuşmasını unutmak mümkün değil. Gözümün önüne mesela 2010’dan beri CHP Genel Başkanlığında oturan Kemal Kılıçdaroğlu, 2001’de Adalet ve Kalkınma Partisini kuran ve o tarihten bugüne partisinin genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2003 yılından günümüze tam 18 yıldır MHP Genel Başkanlığı koltuğunda oturan Devlet Bahçeli geliyor. HafazanAllah bu üç önemli ismin yerlerine, genel başkanlık koltuklarına yeni isimleri telaffuz etmek düşünülemez bile. Bu önemli isimlerin yerlerine bir ya da birkaç ismi hazırlamaları söz konusu bile olamaz. Bir basın toplantısı sırasında mesela bir gazeteci kalkıp bu soruyu yöneltse bir daha parti binasından içeri adım attırılmaz. Tehlikeli sular ve sorular.
Ama Merkel işte görüyoruz ki hazırlamış çünkü Hristiyan Demokrat Partiyi parti geleneklerinden gelen, partisinin ideolojisini benimsemiş, anlamış ve geliştirmesi en uygun adayı bulmuş, tekrar ediyorum ona el vermiş ve parti içi seçimle en çok oyu olan aday da Kramp-Karrenbauer olmuş. İlginç değil mi? Bizde nasıl olur? Bizde zor olur, olaylı olur. En iyi bilinen Ecevit’in İnönü’nün koltuğuna oturmasıdır. Türkiye’nin kurucu babalarından İsmet İnönü’nün 33 yıl boyunca yürüttüğü CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılması hiç de kolay olmamıştı. Son derece çekişmeli ve ideolojik ayrışmaya varacak biçimde gerçekleşen olaylar dizisinin sonunda 1972 yılında genç Bülent Ecevit’in kurultayda seçilmesiyle yeni bir dönem başlamıştır. Bu işler sol kanatta gerginlikler içinde gerçekleşirken sağ partiler de de asla farklı bir davranış biçimiyle karşılaşamazsınız. Son yılların en ilgi çekici örneklerinden biri Devlet Bahçeli ve Meral Akşener arasındaki ayrışmadır. 2015’te medyaya verdiği bir röportajda Meral Akşener, Devlet Bahçeli'nin kendisini saf dışı bırakmak istemesinin nedenleriyle ilgili “Bizim sistemde potansiyel olarak yarının rakibi olarak görülen kişilerle ilgili olarak mutlaka tedbir alınır. Benimle ilgili de durum böyle oldu. Benimle ilgili tedbir süreci cumhurbaşkanlığı seçimleri döneminde başladı” demişti. Akşener şöyle devam etmişti: “Bütün kamuoyu araştırmaları, cumhurbaşkanlığı için MHP ile CHP’nin ayrı ayrı aday göstermesi ve benim de MHP adayı olmam durumunda kesinlikle ikinci tura kalabileceğimi gösteriyordu. Eğer böyle bir durum olsaydı yüzde 50,5/yüzde 49,5 gibi bir sonuçla ya benim ya da Sayın Erdoğan’ın seçilebileceği kanaati oluşmuştu. Araştırmalar bunu söylüyordu. İşte bu durum ortaya çıkınca Sayın Bahçeli, ‘çatı aday’ formülünü ortaya attı. Ve Ekmeleddin İhsanoğlu iki partinin ortak adayı oldu. Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi Türkiye’de politikacılar seçim kaybederler ama koltuklarını asla kaybetmezler. Benden sonra tufan bizim toprakların mottosudur. Öyle Merkel gibi giderken yerine gelecek kişi ya da kişileri hazırlamaz aksine baltalarsınız. Gelen de siz gidiyorsunuz diye ağlamaz, şükür kurtulduk diye zil takıp oynar.
Meral Akşener, ülkücü görüşe sahip erkeklerle yola çıkmış, bu zihniyeti etkilemiş, kadınsal duruş ortaya koymuş ve kabullendirmiş güçlü bir kadın siyasetçidir. Ama bir başka dileğimi de dillendirmeden edemeyeceğim. Acaba neden kadın milletvekilleri dışında hiçbir kadın danışmanı yoktur? Neden hep erkek akıl hocalarıyla yürümek zorundadır? Cevap, evet kendi partinizi kendiniz de kursanız içerideki erkekleri ikna etmek, mücadele vermek zorundasınız.
Bir kadın olarak umudumu kaybetmek istemem. Bunca kadın cinayetinin yaşandığı, kadın programlarında acımasızca haksızlığa uğrayan kadınların yargılandığı, diyanetin annelik dışında hiçbir kadınsal sınıflamayı asla ve asla kabule yanaşmadığı, eğer eğitimi ya da parası yoksa her sığındığı köşeden sokak kedisi gibi kovulan, dağıtılan, acı çektirilen kadınlarımıza yeni yönler, yollar açılması şarttır. Politik kimliği olan bir kadınsanız incelenirsiniz, beklenti yaratırsınız. Dervişin fikri neyse zikri o’dur der bizim dünyamızda. Mesela Merkel, 1990’lardan başlayarak müthiş başarılarla süren politik hayatını iki önemli kadın danışmanıyla yarattı. İlki; Merkel’in gölgesi olarak adlandırılan Beate Baumann. Baumann, Merkel’e en acımasız eleştirileri yapabilen bir figürdü. Bizim topraklarda lideri eleştiren hatta yetmeyip acımasızca eleştiren bir danışman düşünülemez bile. Merkel’in ikinci önemli kadın danışmanı ise medya danışmanı, ekonomist Eva Christiansen. Göreve başladıkları yıllarda malum erkekler dünyasını gülümseten bu ekip kısa bir süre sonra ‘ummadık taş baş yarar’ misali ciddi bir etki yarattılar.
Siyasetin tatsız tuzsuz yaşandığı ülkemizin işte o tatsız genetik kodlarının en kısa sürede değişmesi dileğimle….