Dövizin Ateşi

Metin BONFİL Köşe Yazısı
1 Aralık 2021 Çarşamba

Doların ateşi yükseldiğinde ekonomimizin hasta olduğunu düşünürüz. Ateşi yükselen hastaya önce ateş düşürücü verilir, durumunu kontrol altına aldıktan sonra ateşin nereden kaynaklandığı araştırılır. Peki, dövizin ateşi nasıl düşürülür? Reçete belli: faizi yükselterek. E bir ülkede hem devlet hem şirketler hem de vatandaşlar borçlu olunca, yüksek faizin sorun olması kaçınılmaz. Yüksek faiz bir yandan ekonomiyi soğutur diğer yandan da dış ülkelerden sıcak para ve yatırım çekilmesine vesile olur. Giren para dövizin ateşini düşürür, ekonomi normale döner, biz de işimize bakarız. Hayat akmaya devam ettiği için dövizin ateşinin neden yükseldiğini bir sonraki krize kadar unuturuz.

Böyle geldik bugünlere. 1970’lerden bu yana yaşanan yüksek enflasyonu bir türlü düşüremediğimiz için ara ara yaşanan devalüasyonlarla döviz fiyatı üzerindeki baskı azalır, yeni bir denge oluşurdu; TL faizler de bir süre yüksek tutulduktan sonra (risk algısı düştükçe) enflasyondan azıcık yüksekte bir yere oturtulurdu.

Türkiye ekonomisi Özal döneminde küresel sermayeyle entegre olmaya başladı. Sermaye hareketleri serbestleştirilirken TL’den dövize, dövizden TL’ye geçiş sorgulanmaz oldu. Dış ticaret hacmimiz 1980’de 10 milyar dolar seviyesinden 40 senede 40 kat arttı; 2021 sonunda 450 milyar doları aşacağı şimdiden görülüyor. Büyük bir iç pazara sahip olduğumuzdan dış ticaretimizin ithalat tarafı hep ağır bastı; bu açığı sıcak para + direkt yatırım + dış borç ve turizm gelirleri ile kapatmaya çalıştık.

Çin’in 30 sene önce Dünya Ticaret Örgütüne girmesiyle başlayan küreselleşme döneminde Türkiye’nin de küresel sermaye ile giderek daha fazla entegre olması sürpriz değil elbet. Ne var ki, sürekli dış açık vererek çekmiş olduğumuz dış kaynak nedeniyle belki de ‘hak ettiğimizden’ hızlı bir şekilde refahı tatmış olduk. Şimdi gelen döviz krizi bizi bu gerçekle yüzleşme mecburiyetinde bırakıyor.

Deniliyor ki, dış açık veya cari açık “finanse edilebildiği sürece” sorun değil. Bu doğru. Paranız varsa harcarsınız, yoksa borçlanır harcarsınız, borçlanamaz iseniz de harcayamazsınız. Ekonomimize dış ülkelerden gelen finansman miktarını anlayabilmemiz için hem IMF’nin hem de Merkez Bankası’nın yayınlamakta olduğu çok anlamlı bir istatistik var: Net Uluslararası Yatırım Pozisyonu (UYP). Bu istatistik bize yurt dışında yerleşik kişilerin Türkiye’den alacaklarından, Türkiye’de yerleşik kişilerin yurt dışındaki alacaklarını düştükten sonraki tutarı vermekte. Ülke ekonomisinin bir çeşit döviz bilançosu. TCMB tarafından yayınlanan aşağıdaki tablo bize Türkiye ekonomisinin son 25 yıllık uluslararası yatırım pozisyonunu göstermekte:

Milyon $

UYP-Net

Fark

1996

-50.135

 

2000

-96.637

24.354

2001

-82.767

-13.870

2005

-170.227

87,460

2007

-309.769

139,542

2008

-192.091

-117.678

2010

-363.649

171,558

2014

-436.082

72,433

2017

-442.614

6,532

2018

-336.535

-106.079

2021/6

-285.622

-50,913

UYP’nin eksi ve farkların artı olması, dışarıdan Türkiye’ye kaynak girdiğini göstermekte. Fark eksi olduğunda kaynak girişinin tersine döndüğü anlaşılmalı. 2001 krizinden itibaren (2008’deki Lehman krizinde yaşanan ciddi küçülme hariç) genelde, dış piyasalardan para çekmişiz. UYP 2017 senesinde eksi 442 milyar dolar ile tepe (ya da dip) yapmış. 2018’den itibaren zorlaşan finansman koşulları karşısında UYP’nin son 4 senede 157 milyar dolar azaldığını görmekteyiz. Yabancılar paralarını geri çekmiş ya da o kadar zarar etmişler. Büyük ihtimalle ikisi de. Nitekim, geçenlerde BBVA’nın Garanti Bankasında sahip olmadığı hisselere yaptığı teklif elindekilerden ne kadar zarar ettiğinin de bir işareti sayılır. UYP’deki azalma son 4 senede kaynak girişinin tersine döndüğüne işaret ediyor. Bu da döviz kurunu yukarı doğru baskılıyor.

Şimdi dövizin ateşini düşürmek gayesiyle eskiden uygulanan tedavi terk edilip el parasıyla keyif sürme alışkanlığından kurtulunmak isteniyor. Bir bedel ödenecek olsa da UYP olarak ölçülen yabancı sermayenin önemi azaldıkça dövize olan bağımlılığın da azalması hedefleniyor. Faiz indirimlerinin sabit gelirli ve borçlu kesimler açısından bir miktar tasarruf sağlaması mümkün olsa da döviz kurundaki artıştan kaynaklanan zamların o tasarrufları eritecek olma ihtimali ne yazık ki daha yüksek.

Türk Lirası’nın değerinin sert bir şekilde düşmesi ithalatın kısılması ve ihracatın arttırılması için olumlu bir zemin hazırlamış olabilir. Ancak, kaynak girişinin tersine dönmesi nedeniyle düşük dış açıklı döneme geçişin sancılı olacağı şimdiden bellidir.

Ödemeler dengesindeki açık kadar kamu bütçesi açığı, eğitim açığı, katma değerli üretim açığı, hoşgörü ve uzlaşma açığı, sosyal adalet açığı gibi birçok temel dengesizliğin de eşzamanlı olarak düzeltilmesi gerekmektedir. Bu yönde alınacak önlemler sonraki döneme daha iyimser bakabilmemizi sağlayacaktır. Yolunu gözlediğimiz ihracat artışının gerçekleşmesinin bugünden sonra yapılacak yeni kapasite yatırımlarına, bu yatırımların da fiyat istikrarına ve finansman ortamındaki iyileşmelere bağlı olduğu göz ardı edilmemelidir.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün