Mutlaka başınızdan geçmiştir; adınızı ya da Yahudi olduğunuzu yeni öğrenen birisi, “Türkçeyi ne güzel, aksansız konuşuyorsunuz” diye iltifata yeltenir. Sıkça başıma gelen bir durumdur… Konumuz tabii ki ‘Kulüp’ dizisi. Dizinin hoşa giden unsurlarının başında ise karikatürize edilmeyen Yahudi tiplemesi geliyor. Matilda’nın sempatik aksanı ile ‘Mersi’si dışında Türkçe’yi doğru ve aksansız konuşan 50’li yılların Yahudi toplumu süper değil mi? Ama gerçek öyle miydi?
Büyükannemi hatırlarım. Ana dili Judeo-Espanyolca’ydı. Aile içinde, arkadaşlarıyla bu dili konuşurdu. Fransızcası da mükemmeldi fakat Türkçesi bir hayli bozuktu. Mahallemizdeki manavdan “sikmak için portokal” istemesi çevrede bulunanları kahkahaya boğardı. Ben ise, yüzüm kızarsa da, hınzırca gülümsemekten kendimi alamazdım. Hoşlanırdım onun bu bozuk şivesinden.
İlkokuldaki sınıf arkadaşlarımın arasında Müslüman Türkler kadar, Yahudi, Ermeni, Rum ve Levanten Türkler de vardı. Hepsi de Türkçe’yi düzgün konuşurdu fakat şiveleri kimliklerini ele verirdi. Örneğin Yahudi arkadaşlarım bazı heceleri uzatır, sözcüklere melodik bir tını katarlarlardı. Ben de mi öyle konuşurdum, bilemiyorum?
Televizyonla geç tanıştık; fakat gerek radyoda gerekse tiyatro ve gazinolarda çeşitli sanatçılar Ermeni, Rum ve Yahudi taklitleri yapardı. Sinemada Ferdi Tayfur’un Arşak Palabıyıkyan (Groucho Marx) karakteri, Bedia Muvahhit’in unutulmaz Rum ve Ermeni taklitleri, hatta Tevfik Gelenbe’nin her gün radyoda tefrika edilen Arap Bacı tiplemesi, Muzaffer Hepgüler’in, Hazım Körmükçü’nün Yahudi taklitleri… Hiçbirine alınılmaz, gülünüp geçilirdi, tıpkı Karadenizli, Trakyalı, Egeli, Adanalı taklitlerine gülündüğü gibi... Bir de Necdet Mahfi Ayral’ın unutulmaz Toto (Antonio de Curtis) filmlerindeki eşsiz dublajı vardı... Derler ki İtalyanların ünlü komedyeni Toto’nun Türkiye’de onca sevilmesinin en büyük nedeni onu dublajda Yahudi şivesiyle konuşturan Necdet Mahfi’nin marifetiydi. Hatta o kadar ki, İtalyan Toto’nun bir Türkiye Yahudisi olduğu bile rivayet edilmişti.
Geçtiğimiz aylarda Şalom’da çıkan bir yazısında Erdem Beliğ Zaman, “Belki bugün Türk Mizahından Yahudi diyalekti silinmiştir, doğru; fakat attırdığı kahkahaların akisleri gök kubbede takılı kalmış hâlâ çın çın ötmektedir!” diye yazarken şu saptamada bulunuyordu: “Yahudi diyalekti, İstanbul folkloruna Türk Yahudi vatandaşlarımız sayesinde tebessüm uyandırıcı güzel tekerlemeler kazandırmıştır. Bunlardan birini yine bir konuşmamızda Sayın Jeyan Mahfi Tözüm’den duymuştum. Onun da babası Necdet Mahfi Bey’den duyduğu bu tekerlemeyi, geçen asrın başında Yüksekkaldırım’da tezgâh açan Yahudi işportacılar makamla okurlarmış: “Bizim usta top atti, / Apartumani satti. / Ola apoeptamisi, / Yedi buçuk tanesi, / Koy verdik yakasini, / Para toplamasini...” Dikkat ederseniz tekerlemede iki dilin Yahudi diyalektiyle söylendiğini görürüz: Türkçe ve Rumca... O devirde İstanbul’un en kalabalık ahalilerinden biri de Rumlardı. İşte böylesi kozmopolit bir şehirdi İstanbul...”[1]
Gerçekten de ‘Kulüp’ dizisinde boy gösterdikleri ve Türkçe’yi “adam gibi” konuştukları için gurur duyduğumuz amatör tiyatrocularımızın yıllardır derneklerimizde sahneledikleri oyunları izlerken en çok güldüğümüz unsurların başında Yahudi diyalekti gelmiyor mu? Sevgili Jojo Eskenazi’nin yarattığı efsane ‘Moiz’ tiplemesine az mı güldük / gülüyoruz?
Peki ne oldu da sayın Zaman’ın ifadesiyle Türk Mizahından Yahudi diyalekti silindi? Ya da bir başka deyişle nasıl oldu da Türkiye Yahudileri Yahudi taklidinden gocunur oldular? Bunun cevabı tek sözcükte yatıyor: Antisemitizm! Karagöz ve Hacivat ile başlayan masumane ‘gırgır’, yirminci yüzyıl Avrupa’sından ithal edilen (intihal dememek için) ırkçı antisemitik mizah ve karikatürlerle birleşince - ki Ramiz Gökçe’nin antisemit karikatürleri hakkında Erdem Beliğ Zaman ile tamamen zıt görüşteyim - Yahudiler için tahammülü güç bir tarif oluşmuş, kazana bir tutam da “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası katılınca, zehir gibi tadıyla kusturucu bir yemek konulmuş sofraya! Günümüzdeyse aynı tarifle, ekranlarımızda hortlayan sevimsiz Yahudi stereotipi yaratılmış oldu.
Eskiler şair Salamon Bicerano’yu hatırlar, Şalom Gazetesinin Judeo-Espanyolca sayfasını yönetirdi. Bir yayın kurulu toplantısında, söz antisemit karikatürlerden açılmışken bana dönerek, “Bir zamanlar Türkiye’deki mizah dergilerinin kapaklarında öyle çirkin Yahudi karikatürleri olurdu ki yüzümüz kızarırdı; burnuma doğrultulan bu kapakları görmemek için vapura binmezdim” demişti. Bicerano’nun sözünü ettiği dehşetengiz karikatürlerin çoğu Ramiz Gökçe imzalıydı ve kanımca toplum gözünde Nihal Atsız’ın nefret saçan Yahudi karşıtı ırkçı yazılarından çok daha etkiliydi. Fazla söze gerek yok, gelinen nokta Raşel Meseri ile Aylin Kuryel’in birlikte derledikleri kitapta gayet net[2]: 70’li yıllarda aynanın karşısına geçerek Yahudi aksanından kurtulmaya çabalayan İzmirli genç kadının; konuşurken kapalı ‘e’ gerektiren sözcüklerden kaçınan delikanlının kısacık anekdotlarını okumak yeterli…
Dikkat ettiyseniz, yazının başında sınıf arkadaşlarımdan söz ederken, “Aramızda Müslüman Türkler kadar, Yahudi, Ermeni, Rum ve Levanten Türkler de vardı” diye yazdım. Yerim kalmadı, fakat bu konuda elime kıymıklar batmıyor değil! Gelecek yazıda “Türk Yahudileri” (ne demekse?) konusunda birkaç kelam edebilmeyi umuyorum.
[2] Türkiye’de Yahudi Olmak, Raşel Meseri - Aylin Kuryel / İletişim, 1917