2012 yılıydı. Birazdan gireceğimiz yepyeni bir ortam öncesi, bir ağabey sıcaklığıyla “Merak etme, her şey yolunda gidecek” diyerek içimi rahatlatması ile tanımıştım Henri’yi. Şüphesiz aynı zamanlarda Amikal’de, derneklerde aynı mekanlarda bulunmuş, hatta birbirimizi o zamana kadar görüşten tanımıştık. Ancak iki dost, kardeş olmamız asıl ortak toplantılar sonrası hiç üşenmeden her seferinde beni eve bırakması ile başlamıştı. Beyefendiliğin ne demek olduğunu, yaşça çok da fark olmasa da halen babamın yaşadığı dünyadan kalan özelliklerin kimilerimizde aileden geldiğini de onda gözlemlemiştim. Zaman geçtikçe ortak turizm geçmişimizden, Fransızca ve ‘chansons françaises’ dönemine olan ilgimizden sımsıcak bir dostluk yaratmıştık.
Yerinden oturup sadece muhalif olmakla, sahada aktif görev alıp daha iyisini bulabilmek için yapıcı eleştiri yapabilmek arasındaki farkı da bize Henri öğretmişti. Şalom’da görev aldığı dönemlerde “Ben Şalom’u eleştirebilirim ama o her şeyden evvel benim Şalom’um. Gazeteyi okumaya, destek olmaya eleştirsem de devam ederim” sözlerini bir kenara not etmiştim. Kuruluşunda görev aldığı yepyeni platformlarda heyecanı, enerjisi, üretkenliği ile hepimizden daha gençti. İnandığı değerler uğruna sözünü asla sakınmaz, bilgisi ile haklılığını kanıtlayana dek mücadelesini sürdürürdü.
Gönül bağın olan ülkeden vazgeçmeden iyi bir yurttaş olunabileceğini de onun fikirlerinde tekrar keşfetmiştim. Ladino dilinin yaşatılma çabalarına isteksiz gibi gözükmeme içerler, bu dilin Türk Yahudi Toplumu için aidiyetlerinin önemli bir parçası olduğuna inanırdı. Nitekim, Henri sayesinde çoğumuzun Ladino diline bakışı değişmiş, tekrardan birçok deyimi hatırlamaya başlamıştık. Her görüşmemizde neredeyse bilmediğim yeni bir deyiş öğrenir ve not ederdim. En son kendisine yine ‘Kulüp’ dizisi için ‘El oje ve la alma dezea’ (Göz görür, can ister) deyimini sormuşum…
Hep önyargılı olduğum Tatavla’ya bile bambaşka bir gözle bakmamı sağlamıştı. Kurtuluş’a onu görmeye gittiğim günlerde yepyeni sokaklar keşfedip, lezzet duraklarını öğrenmiştim.
Sevgili kardeşim Henri’nin bizi erkenden bırakıp gitmesiyle bizler çok değerli bir dostumuzu, Türk Yahudi Toplumu ise genç liderlerinden birini kaybetti. Daha savunulacak birçok fikir, bu toplum için gerçekleştirebileceğin onlarca proje vardı. Şimdi ise ömrümüz yettiğince bıraktığın yolda kültürel aidiyetimizin parçası Ladino’ya sahip çıkıp, daha iyi bir Şalom için canla başla çalışacak, emek verdiğin tüm kurumlarda tıpkı sen yanımızdaymışsın gibi inandığın değerleri savunmaya devam edeceğiz. Güle güle kardeşim, yolun ışık olsun…
***
Naylon ambalajın düşündürdükleri….
Geçtiğimiz günlerde genç arkadaşlarla Şalom hakkında söyleşirken, değerli bir öğrencim “Mois Ağabey, evimize naylon paketle gelen bir gazete ne kadar özgür olabilir? Gazete kendini pakete saklamışken ben onu nasıl gazete olarak görebilirim?” diyerek uzun zamandır düşünmediğim bir konuyu aklıma getirdi.
Şalom gazetesi her ne kadar satış noktalarında ambalajsız bir şekilde sunulsa da abone evlerine yıllardır naylon poşette isme özel ulaştırılmakta. Nitekim maalesef birçok evde bu naylon poşetlerin yoğunluktan özel beklenen bir haber yoksa açılamadığını ve Şalomların üst üste biriktiğini de kulaktan kulağa duymaktayız. Şalom’un naylon bir pakette evlere ulaşmasındaki amaç bir yandan gönderinin yolda bir kazaya uğramaması iken asıl hassasiyet gösterilen konu da güvenlik olarak başkaları tarafından okunmaması olabilir. Hele ki geçmişteki gibi çoğunluğu Yahudi komşulardan oluşan apartmanlarda oturmadığımız düşünüldüğünde bazen aynı sitedeki veya sokaktaki komşumuzun bizim “Yahudi gazetesi” okuduğumuzu illaki öğrenmesini istemememizi de anlayabiliriz…
Geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları, değerli hocam, dostum Mario Levi’nin ‘Pazar’ın Yalnızları - Beyoğlu’ kitabının tanıtımı kapsamında Galatasaray Meydanına bir adet kitabı okuyacak bir talihli için bir banka bıraktı. Ardından da bunu sosyal medyada duyurdular. Biz de belki Şalom’un geniş topluma yönelik bir kopyasını aynı yöntemle öncelikle bize yakın kamusal alanlara her hafta bırakabiliriz. Hazır Kulüp dizisinin, kamusal alanda yapılan Hanuka kutlamalarımızın, Türkiye – İsrail arasında beklenen normalleşmenin konuşulduğu günlerde Şalom’u da naylon poşetinden çıkarıp evlere kadar olan yolculuğunu özgür hale getirsek nasıl olur diye düşündüm… Belki de poşetinin formatını değiştirme vaktimiz gelmiştir. Ne dersiniz?