Bir süredir Cumhuriyet sonrası gayrimüslim azınlığa karşı girişilen kampanyalar hakkında çokça yazılıyor, konuşuluyor. Elbette ki bilgi sahibi olmak, yaşanmışlıklarla yüzleşmek toplumsal olgunlaşmanın şartlarından biri. Her ne kadar tarihi ile ilgisi miş’li geçmiş kipinden öteye gitmeyen toplumumuz böylesi bir gelişimin henüz başlarındaysa da, bazı adımların, zorla da olsa atılmış olması anlamlı. Yola çıkmak bitirmenin yarısıdır derler.
1934 Trakya pogromu ile başlayan, özelde Yahudi karşıtı hareketleri de bu açıdan değerlendirmek gerekir. O yılın şubat ayında çıkan bir yasa ile Trakya Umumi Müfettişliğinin kurulmasıyla, Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ illeri ve ilçelerini içine alan coğrafyada Türkleştirme faaliyetlerinin koordine edilmesi mi hedefleniyordu? Mübadele sonrası buradaki yerlerini terk eden Rumlardan sonra sıra, ticareti ellerinde tutan Yahudilere mi geliyordu?
Haziran 1934’te çıkan İskan Kanunu işin rengini belli edecektir. Kanun, ülkeyi, “Tek dil konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket” yaratmak amacı ile “Türk kültürlü nüfusun yoğunlaşması istenen mıntıkalar”, “Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan mıntıkalar”, “Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri ile boşaltılması gereken, iskan ve ikamete yasak mıntıkalar” olarak ayırmaktadır. Esas itibarı ile doğu ve güneydoğu bölgeleri düşünülerek çıkartılmış yasa, geleneksel anlamda ‘düşman’ olarak görülen Yahudi nüfusu da, Trakya örneğinde olduğu gibi, derinden etkiler.
Bu yazının amacı Trakya Pogromunun nasıl geliştiğini irdelemekten öte, bunun altyapısını hazırlayan ve İyi Parti Genel Başkanı Sn. Meral Akşener’in geçtiğimiz günlerde sitayişle andığı Nihal Atsız hakkında zorunlu bir not düşmek.
Araştırmacılara, tarihçilere göre olayların fikirsel azmettiricilerinden biridir Nihal Atsız. Türkçülüğün bu efsanevi lideri, Trakya olaylarından hemen önce, 1933 yılının son çeyreğinde Edirne’deki edebiyat öğretmenliği sırasında ırkçı içeriği ile tanınacak Orhun dergisinin yöneticiliğini yapmış, fikirlerini bölge insanına aktarma fırsatı bulmuştur.
Aynı dönemde Çanakkale’ye gerçekleştirdiği bir ziyaret sonrasında, MTTB’nin yayın organı Birlik dergisinde yayınlanan sözlerini alıntılamak isterim:
“Şehirde ne kadar çok Yahudi ne kadar çok Çingene ne kadar da Rum bozuntusu var!.. Buradaki Yahudi de her yerde tanıdığımız Yahudi’dir. Sinsi, küstah, zelil, korkak, fakat fırsat düşkünü Yahudi; Yahudi mahallesi her yerde olduğu gibi burada da çığırtkanlığın, gürültünün ve levsin (pislik, mundarlık) merkezi. Çarşıdaki dükkânların levhalarını okuyoruz. Onda dokuzu bizi sinirlendiren nankör ve kahpe milletin isimlerini taşıyor. Kuvvetli olduğumuz zaman karşımızda köpekçe yaltaklanan, bozgun çağlarımızda küstahlaşıp düşmanlarımızla birleşen tarihin bu hain ve piç milletini artık aramızda yurttaş olarak görmek istemiyoruz…”
Atsız, 1934 yılının mart ayında bu kez Orhun dergisinde yayımladığı ‘Komünist, Yahudi ve Dalkavuk’ başlıklı makalesinde ise şöyle yazar:
“Türk milletinin dışarıdaki düşmanları bütün dünyadır. Bunu tarih bize ebedi bir öğüt halinde hikâye eder. İçerdeki düşmanları ise üç tanedir: Komünist, Yahudi ve dalkavuk. Komünist, vicdanını Yahudi Marks’a satmış olan vatansız serseri demektir. (…) İkinci düşmanı Yahudi’dir. Onun Allah’ı paradır. O, cebine birkaç para koyabilmek için gölgesinde yaşadığı bayrağı satmaktan çekinmeyen namussuz bir bezirgândır. Hangi memlekette oturuyorsa oranın düşmanıdır…”
Avrupa’da faşizmin yükseldiği, Almanya’da Hitler’in Yahudilere kin kusan fikirlerini hararetle haykırdığı dönemlerden söz ediyoruz. Birçok aydının, siyaset insanının Nazi sempatizanı olduğu o yıllarda, yabancı düşmanı, ırkçı, Yahudi karşıtı fikirlerin izdüşümünün Türkiye’de görülmemesi mümkün değildir.
Yeri gelmişken, has bir Nazi sempatizanı olan, defalarca Almanya’da ağırlanan, eğitimlerden geçen Cevat Rıfat Atilhan’dan söz etmemek olmaz. Nihat Atsız’ın, Atilhan tarafından yayınlanan Milli İnkılap dergisinde de yazıları çıkar. “Türk bünyesini mikroptan temizleyecek en güzel tedavi usulü: Katliam” diye yazacaktır, bunların birinde…
Trakya pogromunda belki Atsız’ın Yahudi halkına reva gördüğü katliam uygulanmamıştır ancak, yaklaşık 15 bin kişilik bir nüfus, kısa bir süre içinde, yurtlarını, topraklarını, evlerini, işlerini, kısaca tüm yaşamlarını geride bırakarak o diyarlardan göçmek sorunda kalır.
Parantez arasında, yorumsuz, paylaşmak istedim…