Çifte standart yaşıyoruz

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
15 Aralık 2021 Çarşamba

Günümüz koşullarında, malum virüsten korunmak adına, sinemaya gitmeyi hep erteledim. Oysaki sabah 11.00 seansında, salonda beş-altı kişiyle film izlendiğini arkadaşlardan duymuştum. Çifte standart uygulamasıyla Cemal Reşit Rey’de Şef Cem Mansur yönetiminde CRR Senfoni Orkestrası ve Gidon Kremer, keman konserine bilet aldık. Gişedeki görevli, oturma düzeninin aralıklı olacağını belirtince de rahatladık.

11 Aralık Cumartesi gecesi, güvenlik kontrolü, HES taraması derken uzayan kuyruk, mesafe aralığına özen göstermeyi denediyse de pek mümkün olmadı. HES kodumu tarayan görevli bayan, “HES’inizin süresi dolmuş” uyarısında bulundu. “Telefonunuzdan bir daha kontrol edin” deyince açıp baktım. 115 gün daha geçerli olduğu belirtiliydi. Görevli “Tarayıcıda bir hata oluştu herhalde” diyerek teşekkür etti. Özetle bu kısa sohbet beş-altı dakika kadar sürdü. Benzer olaylar tekrarlandığında, kuyruğun uzayıp gitmesi kaçınılmaz.

↔↔↔

Konser salonuna girdiğimde şaşkınlıkla etrafıma baktım. Mekândaki 950 koltuk dolmak üzereydi. Sonrası ise çift maskeye rağmen muhteşemdi. Cem Mansur’un sahneye gelmesiyle başlayan alkışlar, dinletinin kendi kadar etkileyiciydi.

Senfoni Orkestrasının performansı mükemmel, Gidon Kremer ise olağanüstüydü. Elli yıldır müzik dünyasının zirvesinde olup tekniğini ve enerjisini yitirmeyen çok az müzik sanatçısından biri Kremer…

Kremer, 1998’de yitirilen Alfred Schnittke’nin kendisine ithaf ettiği dördüncü konçertoyu seslendirdi. İzleyenler Kremer ve Mansur’u dinleti bitiminde ayakta alkışlayarak uğurladılar.

Cem Mansur, 25 Aralık Cumartesi gecesi son kez Senfoni Orkestrası’nı yöneterek CRR’ye veda edecek. Üzüldüm…

↔↔↔

Üzüntünün yanı sıra, hayatta farklı acılar yaşıyor, sınanıyoruz.

Yıllardan beri Şalom’da çok değerli kazanımlar edindim. Aynı süreçte çok da acılar paylaştım. Her yitiriş ardından derin izler bıraktı. Zaman onları unutturmuyor. Yaptıkları/bıraktıkları güzel işlerle anılıyorlar.

↔↔↔

Senesini hatırlamıyorum. Gazetenin haftalık toplantısında bir delikanlı ile tanıştım. Çekingen diyemeyeceğim ama önceleri söz almaktansa dinlemeyi yeğliyordu. Acemilik günleri geçtikten sonra da, sözcüklerden ziyade camlarının ardından ışıldayan gözleriyle konuşurdu. Yavaş yavaş, munis bir ifadeyle, “Bir fikrim var” diye en sıra dışı, en muhalif konuları ortaya dökerdi. Kimse de ona ‘hayır’ demezdi. Ta ki yazdıkları bolca kırmızı kalem görene kadar. Nedenini anlayana dek soru sorar, antitezler savunur, sonra kabullenir ama bir türlü hazmedemezdi. Yıllar geçti, olgunlaştı… İlgisi farklı alanlara, Judeo-Espanyol’a odaklandı. İlginçtir, ilerleyen zamanlarda, ‘ütopik’ diye nitelendirdiğimiz fikirlerini hayata geçirdi. Saygıyı hep sevginin önünde taşıdı. Belki çoğumuz gibi, kendini koruma mekanizmasıydı.

Ulus Oditoryumunda gerçekleşen son ‘Uluslararası Ladino Günü’nde salon girişinde oğlu Daniel’i tanıştırdığında Henri’nin gözlerinde sadece sevgi vardı.

O gün Henri’yi sahnede sular seller gibi Judeo-Espanyol konuşurken gördüğümde hem şaşırdım, hem gurur duydum. ‘Bu çocuk ne zaman bu kadar yol aldı?’ diye içimden geçirdim.

Oysa Henri artık ne çocuktu, ne de tanıştığım günkü genç delikanlı… Koca bir adamdı.

Koca bir adamdı ama son yolculuğa çıkacak kadar da değil…

Yolun ışıklı olsun Henri Çiprut…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün