Yıl 1993. Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısında bulunan Burgaz kentinde dev bir kimyasal madde üreticisi firmayı ziyaret ediyorum. Orta sınıf bir arabayla, Dereköy Sınır Kapısından geçip iki saatlik bir yolculuk sonrasında Burgaz’a varıyorum.
Burgaz’ın yabancılar için uygun olan tek oteline, yanımda başka bir Bulgar şehrinden gelen ve bana yardımcı olacak Bulgar vatandaşı ile birlikte giriş yapıyoruz. Resepsiyon çalışanı pasaportlarımızı istiyor. Ve sonra ücreti nakit olarak önceden ödememizi rica ediyor ama şaşkınlık içinde kalıyorum zira benden gecesi için 100 USD isterken, Bulgar vatandaşından benzer bir oda için sadece 10 USD karşılığı Leva istiyor. Bu farkın nedenini sorduğumda, “Bulgar halkı sizden alınan ücreti veremeyecek kadar yoksul, siz bunu bilmiyor musunuz?” gibi neredeyse fırça atan bir cevapla karşılaşıyorum.
Evet Bulgaristan, 50 yılı aşkın süren komünist rejim süresi boyunca hep yoksullukla iç içe yaşamış bir halka sahipti. Berlin Duvarının 1989’da yıkılışıyla fiilen biten, Doğu Avrupa’nın Sovyetler Birliği esaretinden tam bir yıl sonra, Bulgaristan da demokrasiye geçmiş ve halkının yoksulluğunu bertaraf edecek ekonomi politikalarının hayata geçirilmesi için ekonomistler devreye girmişti. Benim, demokrasiye geçişten sadece üç yıl sonra gördüklerim ise yoksulluğun önemli derecede var olmakla birlikte sokaklardaki vatandaşların göreceli olarak özgür bir tavırla yeni dönemi büyük bir mutlulukla karşılıyor olmasıydı.
Oteldeki gece yaşadığım başka bir unutamadığım bir olay daha vardı. Otel yöneticisi arabamın, otelin açık alan parkında olmasına rağmen güvende olamayacağını, alarm sisteminin olmasına rağmen rahatlıkla çalınabileceğini söylemişti. Ve çözüm olarak, kışın o soğuğuna aldırış etmeyerek sabaha kadar aracımın başında nöbet tutacak bir Bulgar gencine 10 USD vermem suretiyle aracın güvende olacağını söylemişti. Öyle yapacaktım elbette ama bütün gece uyuyamayarak tedirginlikle geçirecektim saatlerimi, zira aracımın alarm sisteminin defalarca çaldığına da şahit olacaktı kulaklarım.
Ne olduğunu anlamamıştım ama sabah gün aydınlığında parka gittiğimde aracım orada duruyor ama para verdiğim genç yoktu. Belki de soğuğa dayanamayıp erkenden evinin yolunu tutmuştu, kim bilir. Ama sonuçta, 10 dolar karşılığında aracımın çalınması engellenmişti.
***
Memleketimde halen yaşadığımız büyük ekonomik kriz günlerinde Kapıkule’den giriş yapmak isteyen binlerce Bulgar vatandaşın araçlarının oluşturduğu uzun kuyrukları gördüğümde 28 yıl önce yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmekte.
Lüks otelde bir gece için sadece 10 USD istenilen veya 10 Dolara ‘eyvallah’ deyip 8 saat soğukta hırsızlığa karşı nöbet tutan insanlar bugün Avrupa Birliği üyesi olan bir ülke vatandaşı olarak Eurolarını alıp Edirne’deki marketlerden birkaç aylık gıda ve temizlik ihtiyaçlarını çok ucuza kapatmak peşindeler. Zira onların paraları bizim paramız karşısında sadece 15 günde yüzde 100 değer kazanmıştı. Gelmeyip, alışveriş yapmayıp da ne yapacaklardı ki?
Hayat nereden nereye savuruyordu insanları. Biz ne hata yapmıştık veya Bulgarlar neyi doğru yapmışlardı ki böyle bir tablonun karşıt özneleri olmuştuk?...
Oysaki ekonomi de matematik, fizik gibi bir bilim dalı. İnsanlığın gelişmesinin motoru olan bilimin kurallarına, yüzyıllardır büyük zorluklar ve fedakarlıklarla oluşturulan birikimler sonucu ulaşılmış ve bu kuralların ışığında ilerlemiş insanoğlu. O ışığı reddedenlerin tarihte başlarına neler geldiğini hepimiz biliyoruz.
Salt bilime inanmanın da insanlığa mutlak mutluluk getirmediğini de biliyoruz, lakin bilimin ışığının erdemli insanların elinde, yüreğinde ve beyninde insanlık için nasıl da müspet sonuçlar doğurduğunu da gösterir tarih bize.
Ekonomi, bir ülkenin tüm vatandaşlarının günlük hayatlarında tüm hücrelerine kadar işlediği için alınacak makro kararlarda, bilinen, ispatlanan evrensel ekonomik formüller yerine bir deney yaparcasına atipik kararlar almak toplumsal refah ve hatta toplumsal barış adına çok büyük riskler taşıyor. Nitekim sokaktaki insanı en çok etkileyen, çarşıda pazarda gerçekleşen devasa fiyat artışları bu bağlamda olumsuz sonuçlar doğururken, özellikle yoksulluktan etkilenen gençlerin ülkeye bakışları süratle olumsuza doğru gidiyor. Sokaktaki gençler, iletişim teknolojileri sayesinde Avrupa’da akranlarının nasıl yaşadıklarını detaylı gözlemlerken neden kendileri için böyle bir dünya olmadığını her geçen gün çoğalan bir umutsuzluk ve kırgınlıkla sorguluyorlar.
Bir ülkenin geleceği gençlerdir. Onları darıltmak, gelecekten umutlarını kesmek, kaderlerine teslim etmek, bir ülke için yapılabilecek en ciddi hata olmalı.
Bulgar genci 28 sene önce ne iken bugün ne ise, bizim gençliğin de en azından onlar gibi yaşamaya hakkı yok mu?
Hata yapılabilir. Ama hatadan dönmek de pek mümkün ve takdir edilesi olacaktır.
Gençlerimiz küsmesin zira.