2021 yılını çok kısa bir zaman sonra geride bırakacağız. Yeni yıl her zaman yeni umutlar, yeni kararlar ve yeni beklentiler demek.
Yeni yıla yaklaşırken içinde olduğumuz yılın bir muhasebesi yapılarak yeni yılda neler yapmamız gerektiğini, hangi işleri yanlış yaptıysak bunlardan ayrıştırdığımız yeni hedefleri ortaya koyarız. Bu aslında kendimizle bir hesaplaşmadır da. Bunu yapanlar her seferinde kendi hatalarından arınarak ve yaptıklarından ders alarak mükemmele doğru bir yolculuğun yolcusu olurlar.
İçsel hesaplaşmayı yapamayanlar ise yeni yılda da aynı hataları yapar, bu hataların sonucunda oluşan olumsuz sonuçları ya talihsizlik olarak adlandırır, çokça da kendisi dışındaki diğerlerini suçlar.
Yeni yıla girerken ülke ekonomisi adına olumlu şeyler söyleyebilmek mümkün değil.
Merkez Bankası Başkanı göreve başladığından bu yana Türk Lirasındaki değer kaybı %100’ü aştı. Enflasyon TÜİK rakamlarına göre kasım ayında yıllıkta %21,31 olarak gözükse de halkın markete, pazara gittiğinde gördüğü enflasyon %60’lar düzeyinde. Üstelik ardı ardına gelen zamların etkisiyle resmi rakamların TÜİK tarafından bile tutulamayacağı aylara geldik. Aralık ayı enflasyonu çift haneli rakamlarda gelebilir. 2022 ilk çeyreğinde %35-40 arasında enflasyonla karşı karşıya kalma ihtimali yüksek.
Kimsenin anlamadığı, hiçbir bilimsel temele dayanmayan, girdilerinin, çıktılarının bilinmediği, herhangi bir ekonomik modele oturtulmamış ve sonuçlarının ancak bizim üzerimizde denendikten sonra görüleceği adına model denilen deneysel bir uygulamaya konu oluyor ekonomimiz.
Dünyanın nerdeyse tüm ülkeleri, özelde bizim sıkletimizdeki tüm ülkeler enflasyonun E’sine bile tahammül edemez ve peşi sıra politika faizlerini artırırken, ısrarla faizin enflasyonun sebebi olduğuna inanarak, faiz indiriyoruz. Üstelik hem ülkenin borçlanma faizi yükseliyor hem de enflasyon kartopu gibi büyüyor. Resmi enflasyon ile politika faizi arasındaki fark negatif 7 puanı aştı. Buna ek olarak, aralık ayında hiç faiz artırımı olmasa bile yeni enflasyon rakamı ile bu farkın negatif 15-17 puan seviyesine gelmesi hiç uzak bir olasılık gibi gözükmüyor.
Dünyanın hiçbir ülkesi, hatta Amerika Birleşik Devletleri bile bu kadar yüksek negatif faize dayanamaz. Hele hele bu süreçte ortaya çıkan hasar büyümesin diye yerli parayı kendinize ait olmayan bir para ile tutmaya çalışmak ise başlı başına bir hata.
Geldiğimiz süreçte bize anlatılan ise Çin gibi olacağımız. Bunun için az zaman kaldığı ve sabretmemiz gerektiği.
Oysa azıcık sorgulandığında neden bu modelin uygulamasının geçen 20 yıl içerisinde değil de şimdi olduğunun cevabını bulamıyoruz. Tıpkı, iktidara gelirken yaşanan 2001 krizinden sonra halkına bolluk, daha iyi bir yaşam imkânı vaat eden ve bunu kısmen de olsa gerçekleştiren bir iktidarın şimdi nasıl kendi halkını, Çin’in kendi modeline başladığı bir kap pilav ile günü geçirmesine benzer bir fakirliğe ikna edebileceğinin cevabını bulamadığımız gibi.
Dolar kurunun geldiği seviye de artık rekabetçi kur söylemini duymuyoruz. Onun yerine sesi daha çok çıkan sanayici, tüccar ve hatta kendileri için iyi olacağının kendilerine söylendiği ihracatçılar.
Artık Çin olacağız söylemini de fazla duymuyoruz. Çünkü bunun olamayacağı çokça tartışıldı.
Çin’in her şeyi eleştirilebilir ama eleştirilemeyecek belki de tek özellikleri planlı olmaları. Çin, başladığı noktadan bugüne gelirken adım adım planlayarak, bu planları liyakatli, ehliyetli, iyi eğitimli insanlara yaptırarak geldi. Çin’in bundan sonraki 20 yıl için planları belli ve bu yolda önüne çıkan taşlara rağmen yolunda plan doğrultusunda yürüyor. Aslında Çin’de olan ve bizde olmayan en büyük özellik bu: Planlama ve planlamanın getirdiği öngörülebilirlik.
Bizim Çin olacağız söylemi gelen tepkiler üzerine kısa sürede Çin olmayacağız Model kendimize özgü şekline büründü. Oysa bunun da tutmayacağı belli.
Avrupa ile ilişkilerin iyi olduğu dönemlerde bizi almazlarsa Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriteri yapar yine yola devam ederiz söylemi, geldiğimiz noktada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının tanınmadığı bir kritere evrildi. Oysa Avrupa’nın yeni dönem başkanı Macron’un AB üyeleri Polonya ve Macaristan’a yönelik söyleminde, Avrupa’nın ilk ve üzerinde tartışılmaz kriterinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları olduğunu söylediği bir ortamda bu dönüşümü gerçekleştirdik.
Şimdi sıklıkla dile getirilen Büyük Güçlerin Türkiye’ye karşı oldukları söylemine ise yabancı değiliz. Dış güçler kim mesela? Bunlar bütün dünya işlerini bırakıp neden hep Türkiye ile uğraşıyorlar? Mesela ABD Senatosu her oturumunda Türkiye’yi mi konuşuyor? Bunların cevaplarını hiç alamıyoruz.
İçeride dış güçler söylemini hâlâ buna hak veren kişilere satılırken, dışarıda her hafta sonu Bulgarlar Edirne’ye, İranlılar, Azeriler ve Gürcüler doğu sınır illerimize gelerek marketleri, eczaneleri adeta yağmalıyorlar. Modelin destekçisi olanlar da bu modelin çok kısa zamanda sonuç verdiğini, Türkiye’nin cazibe merkezine döndüğünü söylüyorlar.
Kendi tuttuğu futbol takımı üç maç üst üste maç kaybetse takım oyuncularını, teknik direktörü ve hatta yönetimi suçlayan, statta avazı çıktığı kadar bağıran kişi, ertesi sabah dükkanına gediğinde yaşadığı yüksek enflasyon, fakirleşme, alım gücünün düşmesi için adını koyamadığı dış güçleri suçluyor.
Tam bir akıl tutulması yaşanıyor ülkede.
2021 yılının son günlerini yaşadığımız kısa bir zaman diliminde herkesin kendi kendini bir kere sorgulaması dileğiyle mutlu, sağlıklı ve huzur dolu bir yeni yıl dilerim.
Son Söz: Biliyorum onu 3-4 satıra hapsetmek onun aziz hatırasına bir saygısızlık ama yazmadan geçemedim. Bu dünyadan bir Henri Çiprut geçti. Saint Benoit’dan arkadaşım, dostum kardeşim. Çok erken bizlere veda etti. Çok üzgünüm. Eski İstanbul’dan esintiler taşıyan kibarlığı ve beyefendiliği ile hayatımda iyi ki tanıdım dediğim kişilerden biriydi. Onunla felsefi konular ve ülke meseleleri üzerine sohbetlerimi çok özleyeceğim. Yattığı yer nur içinde olsun. Ailesine ve sevenlerine sabırlar diliyorum.