Kimi zaman düşünürüm: Ben ne kadar güçlüyümdür; doğa, insanlar, olaylar karşısında… Yaşadığım bazı sorunları, karşılaştığım engelleri maddesel olanaklarımla, bilgimle, sezgilerimle, deneyimlerimle aşabilirim; ama bu güç, elbette ki bir yere kadar sınırlıdır. Bir an geliyor doğa, onun karşısındaki zayıflığımı acımasızca gösteriyor. Nitekim salgın, deprem, fırtına gibi ağır yıkımlarla birlikte, ölümlerin yaşattığı sarsıntılar, zaman zaman hepimize bunu anımsatmakla kalmıyor, doğanın gücü karşısında yenik düşüyoruz. Bu yüzden bir korku kıvılcımının ömür boyu pusuda beklediğini söyleyebilirim.
Kimimiz inançları nedeniyle doğanın yarattığı yıkımları, Tanrı’nın insanlara verdiği birer gözdağı diye nitelendirirken, bilimden yana olanlar, bunların neden ve sonuçlarını verilerle açıklayabiliyorlar. İster birer söylence isterse gerçek olarak görelim, Tevrat’ta geçen yüzyıllar öncesindeki bu olaylardan kendimize göre dersler çıkarabiliriz. Nitekim Musa, Tanrı’nın sözcülüğünü üstlendiğinde, Firavun’u doğal olaylarla korkutmuş, ondan sonra Yahudi toplumunun özgürlüğe kavuşmasını sağlamıştır. Öte yandan doğanın işleyişini inceleyen, onun yetkinliğine hayran olan bilim insanlarının düşüncelerini anımsayalım. Onların, din olgusuna karşıt bir görüş olarak, doğayı Tanrı ile özdeşleştirdiklerini okuyoruz. Bu tür dinsel ve düşünsel konuların sarmalına daha çok girmeden şunu söylemek istiyorum:
Dinsel inançlar, her zaman insanların korkuları karşısında birer sığınma limanı olmuşlardır. Buna karşın kimi özgürlüklerimizi sınırlayarak, umut sağlamışlardır; hem yaşarken hem de ölüm sonrası için… Bu beklentilerden bazıları yaşam alanlarımız içinde sınırlı kalırken, kimilerini de toplumsal boyutta etkilemiştir. Yüzlerce yıldır insanlığı kurtaracak bir Mesih beklentisinde oldukları gibi…
Öykü bu ya, tüm ettikleri duaların sonunda nihayet Mesih bir kasabada cemaate görünmüş. Tüm Yahudiler büyük bir coşkuyla bu olayı kutlamaya hazırlanmışlar. İçlerinden bir Haham oldukça kaygılıymış. Sonunda dayanamayıp Mesih’in yanına gitmiş ve ona şöyle demiş: “Daha önce dünyaya gelip gelmediğinizi soran olursa sakın yanıtlamayın!”
Haham yüzyıllardır bir beklenti içinde olan bu insanların, bir anda düş kırıklığına uğrayabilecekleri için mi kaygılanmıştır, kim bilir? Belki de Mesih şayet daha önce yeryüzünde görünmüşse, geçen bu süre içinde değişen bir şeyin olmadığını insanların anlayacakları içindir.
Sanırım umut barındırmayan bir inancın, uzun bir süre insanları etkilemesi beklenemez.
José Saramago, Görmek romanında umudu tuza benzetir. Beslemez, ama ekmeğe tat verdiğini söyler. Hayatımızın her anında, daha güzele, daha iyiye ulaşmak için hepimizin ona sıkıca sarıldığı gibi…
Uzun söze gerek yok:
Ne denli kendimizi özgür hissetsek de bir yanda korkularımız, öte yanda umutlarımızla yaşantımızı sürdürüyoruz.