Geçenlerde Cihangir’de oturan bir arkadaşım evinden çıkartıldığını söyledi. Kirada oturduğu iki odalı daireyi bir yabancı almış. Yeni sahip kendisini telefonla arayıp bir tercüman marifeti ile evi satın aldığını ve 1 Mart’a kadar daireyi boşaltmaları gerektiğini söylemiş. Arkadaşım da bu dönemde oturduğu yerden ayrılmak durumunda olan diğer tüm kiracılar gibi, konut kiralarının nasıl uçtuğunu görüp karalar bağlamış.
Acaba konut kiralarının uçmasında son dönemde iyice artış kaydeden yabancılara konut satışının da payı olmasın? Olabilir ama belki de henüz yolun başındayız.
TUİK’e göre 2021 senesinin ilk 11 ayında yabancılara yapılan toplam konut satışı geçen seneye göre yüzde 40 artarak 51 bine ulaştı. Geçen sene yabancılara ayda ortalama 3.400 konut satışı yapılırken bu sayı bu sene eylül ve ekim aylarında ayda ortalama 6.000’e, kasım ayında ise 7.363’e ulaştı. 2021 senesinin tümünde yabancılara 60 bin kadar konut satışının yapılmış olacağını tahmin ediyorum. Peki, kimler alıyor bu konutları? Yine TUİK’e göre, konut satın alan yabancıların yüzde 75’ini Irak, İran ve Rus vatandaşları oluşturuyor. Satılan konutların yüzde 40’ından fazlası İstanbul’da, kalanı ise ağırlıklı Antalya olmak üzere Ankara ve bazı diğer büyük şehirlerimizde bulunuyor.
Yabancıların konut satınalma yoluyla vatandaşlık alabilmelerini kolaylaştırmak için yurda getirilmesi istenen asgari tutar 19 Eylül 2018’de 1 milyon ABD dolarından 250 bin ABD doları seviyesine indirilmiş idi. Bununla birlikte, KDV alınmaması, konut değerlemelerinin yüksek gösterilerek “alan memnun satan memnun” formülü ile kanunun etrafından dolanılma imkanı, tapu işlemi yerine sadece noterden satış vaadi yapılarak dahi vatandaşlık başvurusunun başlatılabilmesi gibi kolaylaştırıcı faktörlere şimdi de TL’nin olağan dışı değer kaybı eklendiğinde, yabancılara bu yolla vatandaşlık verilmesinin hızlanacağını tahmin edebiliyoruz. 2021 senesinin ekim ayı itibariyle 19 bin 653 kişinin gayrimenkul almak suretiyle kısa yoldan Türk vatandaşlığını elde ettiği bilgisine ulaşabiliyoruz ancak halihazırda karar bekleyen başvuru sayısı hakkında internette bir bilgi bulunmuyor.
Görünürde inşaat projelerine destek olmak, memlekete döviz girdisi sağlamak gibi safiyane amaçlar taşıyan bu ‘istisnai’ yoldan vatandaşlık verme projesi, ne yazık ki beraberinde birçok olumsuz yan etki riski taşıyor. Mesela, yeni konut arzının sınırlı olduğu Beşiktaş, Şişli, Kadıköy ve Beyoğlu gibi ilçelerde yoğun olan yabancı talebi zaten yüksek olan fiyatları daha da yukarı iteleyerek hem kiraları arttırıyor hem de dar ve orta gelirlileri şehir dışına gitmeye zorluyor.
İstanbul’da son üç senede el değiştiren 735 bin konutun 64 bininin yabancılara satıldığı düşünülürse, satılan her 11 konuttan birinin yabancı uyruklulara gittiği ve bu alıcıların da büyük olasılıkla vatandaşlık talebi ile gelmekte olduğu çok çarpıcı bir gözlem olarak karşımıza çıkmakta. Bu trend devam eder ise, ki artarak devam etmesini beklemek yanlış olmaz, çok yakında bu projenin gerek sosyal gerekse ekonomik boyuttaki yan etkileri daha fazla görünür olacak. Kiralar ve fiyatlar daha da artacak, mahallelerin eski tadı kalmayacak.
Kuzey Kore olmadığımıza göre, yabancıların mülk almalarına karşı çıkan bir önerme uygun olmaz. Ancak, gerek mütekabiliyet esasının kaldırılmış olması gerekse sadece üç senelik ve hatta karlı dahi olabilecek bir gayrimenkul yatırımı yapan herhangi birine vatandaşlık verilebilmesini çok yadırgıyorum. Bugünkü seviyeler henüz alarm zilini çaldırmasa da kendilerini Gayrimenkul Yurt Dışı Tanıtım Derneği olarak örgütlemiş olan bazı sektör temsilcilerinin bugün yıllık 5 milyar dolar mertebesindeki yabancıya satış seviyelerinin hükümete önerdikleri eylem planı çerçevesinde 2025’te 20 milyar dolar olarak hedeflenmiş olmaları, yaklaşmakta olan sosyal problemin boyutu hakkında bir ön fikir veriyor.
ABD’nin düşünce kuruluşlarından Hoover Institute’tan Prof. Victor Davis Hanson ekim ayında yayınladığı ‘The Dying Citizen /Ölmekte olan Vatandaş’ adlı kitabında ilerici elitlerin, kabileci politikalarının ve küreselleşmenin Amerika’daki vatandaşlık müessesesini nasıl öldürmekte olduğunu çarpıcı bulgular ile öne çıkarıyor. Hanson’a göre, dünya nüfusunun sadece yarıdan azı bir çeşit demokrasi ile yönetiliyor. Bu ülkelerin vatandaşı olmak ortak değerler üzerine kurulmuş bir eğitim altyapısına dayanıyor. Ortak değerler azaldıkça, sahiplenme ve katılımcı vatandaşlık kalitesi düşüyor. Demokrasi deneyimi geriye gidiyor. Bizler veya çocuklarımız için de yarın öbür gün, oy sandıklarında Türkçe bilmeyen vatandaşlar ile karşılaşma olasılığı artıyor.
Bugün birçok gelişmiş ülke sermaye çekebilmek için 300-500 bin avrolar mertebesinde gayrimenkul satın alan yabancılara uzun süreli oturma izni vermekte. Hatta, program dahilinde uzun yıllar ikamet edilmesi, vatandaşlık sınavının geçilmesi gibi kriterlere bağlı olarak, ileri bir noktada vatandaşlık verenler de oluyor. Demokratik bir ülkede vatandaş olabilmek, tabiri caiz ise, ancak ‘uzun ince bir yol’dan geçerek mümkün. Bizde de vatandaşlık verme projesi uzak erimli bir ödül gibi, uzun bir ikamet ve adaptasyon döneminden sonra yapılabilirdi; vatandaşlığa giriş işlemleri yıllık kotalarla yönetilebilirdi. Ama yapılmıyor.
Ne yazıktır ki, gözümüz gibi değerli Türk vatandaşlığı hayatı boyunca demokrasi deneyimi yaşamamış bir kitleye ‘reklam fiyatına bedava’ veriliyor.