Garipliklerle, çelişkilerle dolu bir toplumuz. Başta milliyetçilik algımız geliyor. Onlarca tarihçimiz saymakla bitmeyen Osmanlı istimalet politikalarını tezlerinde, makalelerinde yazdılar. Yaza yaza bitiremediler. Neyi yazdılar mesela; Anadolu’da bir köyden diğerine; bir kasabadan ötekine gitsen yemekler değişir, tatlar değişir, insan fizyonomileri değişir çünkü bunun en temel nedenlerinden biri Osmanlı İmparatorluğu’nun meşhur iskan, istimalet politikalarıdır. İnsanlar, halklar birbirlerine kaynaşmış, birbirlerini gözlerini oymadan anlamış, tanımış, tanışmış ve asırlar boyu bir şekilde yaşamışlardır. Sözlük anlamı “meylettirme, cezp etme, gönül alma” olan istimalet, Osmanlı kroniklerinde “halkı ve özellikle gayr-ı müslim tebaayı gözetme, onlara karşı hoşgörülü davranma” anlamında kullanılmıştır. Fethedilen yerlerin halkına iyi davranma, onları himaye etme, dış düşmanlara karşı can ve mal güvenliğini sağlama, dini konularda serbestlik verme, vergi konusunda kolaylık gösterme Osmanlı istimâletinin başlıca unsurlarıdır. Osmanlıların Selçuklulardan devraldığı bu istimalet politikası, Osmanlı fetihlerini kolaylaştıran önemli bir ilke olarak benimsenmiştir. Bu politika sayesindedir ki; eskisine oranla daha güvenli bir hayata ve koruma altına alınmış haklara sahip olan gayr-i müslim tebaa ile uzun yıllar problem çıkmamış, Osmanlılar asırlarca Balkanlarda ve Orta Avrupa’da tutunabilmiştir[1].
Bu uzun açıklamayı yaptım çünü tabi bugünün Türkiyesi’nde bu anlayışların yerinde yerler estiği görülüyor. Tabi imparatorluklar bitti yerlerine kurulan milli devletlerin en önemli itici gücü ise ‘öteki’ yaratmak oldu. O da çok kolay oldu. Yoldan geçen sıradan bir Türk’ü çevirsen anneannem Bulgar mühaciri, dedem Çorumlu Alevi; babaannem Halepli dedem de İranlı filan dese belki Norveçliler şaşırabilir ama bizim buralarda sıradan konudur. Çünkü aşağı yukarı Anadoluluk böyle bir durumdur. Burada o ‘öteki’ni yaratmayı nasıl başardılar bilemiyorum ama din farklılıklarını kullanmanın büyük bir deha olduğunu da söylemeden edemeyeceğim. Farklı bir dinden isen Türklüğün sorgulanabilir çünkü ne de olsa dünya savaşları din odaklıdır, bu da böyle öğretilir. Arada tabi aile tarihinizde bir dinden diğerine geçişler filan varsa, hafifçe baş eğilerek, yavaş bir ses tonuyla samimiyetinize göre karşınızdakine fısıldanabilir. Sanki suçmuşcasına… Allahım ne saçma işler. Herşeyi buralardan okumaya kalkarsan çok tuhaflaşırsın, çok çağdışı kalırsın ve işte o ‘öteki’ni yaratan kafalardan olursun.
Büyük çağ yangınlarından ayağında çarıkla çıkan Türk milletinin milliyetçilikten başka sığınacak limanı yoktu. Çünkü yaşam hakkı elinden alınmak istenmiştir şüphesiz ve vahşice. Ama işte oradan bu yüzyıla geldiğimizde, o belleğimizin bize anımsattığı hayaletlerden, canavarlardan arınamadığımız görüyoruz. Orada, o travmaların arasında yarattığımız düşmanlar var. Belki de aslında olmayan düşmanlar ve düşmanlıklar… Yeni şeyler söylememiz lazım. Korkularımız, travmalarımız, yüklerimiz o kadar ağır ki doğruları görmemizi geçtim; önümüzü görmemizi bile engelliyor. İşte bu korkular halihazırda bitmemiş olacak ki Türkiye’de halen vatandaşlık şartları bakımından yüzde 33 oranında kesimin “Türk'üm demeyi”, yüzde 28'in “Müslüman olmayı” ve yüzde 19'un da “Türk olmayı” şart olarak gördüğünü açıkladı. Türkiye’de azınlık hakları konusunda demokratik bir tutum görülmediğine dikkat çekildi; bununla birlikte, Türkiye’de demokrasi kavramına aykırı şekilde çoğunluk tarafından halen azınlık haklarını kaldırmayı doğru bulan tutumda düşüş olduğu; 2014’te toplumun yarısı azınlık haklarını kaldırmayı doğru bulurken, şimdi bu oranın yüzde 30’lara kadar düştüğü görülüyor. Eşit vatandaşlık bakımından ciddi şekilde sıkıntılı bir tablo var karşımızda, benzer şekilde ifade özgürlüğüne bakışta da durum sıkıntılı. Türkiye'de halkın halen sadece yarısı, kendisiyle aynı etnik kökenden olmayan insanların varlığından rahatsızlık duymuyor. Kürtler, Aleviler ve Müslüman olmayanlar ile eşcinseller olmak üzere toplumdaki farklı kesimlere ilişkin sorular sorulduğunda, ciddi oranda önyargılar gözlemleniyor. Örneğin milletvekili veya belediye başkanlığı seçiminde, yüzde 60 oranında eğer aday Ermeni veya Musevi ise oy verme kararında değişiklik görülüyor. Aday Kürt ise yüzde 30 oranında etkili oluyor. Halen din, dil, etnik köken, toplumsal cinsiyet gibi kriterleri vatandaşlık şartı olarak görmeye devam eden ciddi oranda bir kesim bulunuyor. Buna rağmen neredeyse halkın tamamına yakını, mahkemede herkes için adil yargılama olması, kamu hizmetlerinden eşit ve adil biçimde yararlanılması ve kültürel kimlik ya da cemaat olarak yaşayabilme özgürlüğü tanınması gerektiğini savunuyor. Tüm bu bilgiler Denge ve Denetleme Ağı tarafından, Türkiye’de Demokrasi Talebi Raporundan aldığım bilgiler. Raporda, KONDA’nın 2010 – 2020 yılları arasında 266 bini aşkın kişiyle yüz yüze görüşmelere dayalı olarak yürüttüğü araştırma sonuçlarıyla Türkiye’nin demokrasi kavramını nasıl algıladığı incelenmişti. Bu raporun sonuçlarını kaç kişi okudu, kaç yönetici, siyasetçi bilmiyorum. Ve bir kez daha siyasetin, yönetenin neden bu kadar halkının isteklerini ıskalamak konusunda ısrarcı olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. Aslında yeni değil bu raporun sonuçları ama Covid felaketi nedeniyle aslında yaşamak dışında pek bir şey düşünemediğimizden bu felaket bitince bizi nelerin beklediğini de farketsek fena olmaz diye düşünüyorum. İşte o tamamına yakın olan tamamın içindeyim ve eşit yargılanalım, kültürel kimlik veya cemaat olarak özgürce yaşayalım diyenlerdenim.
Geçtiğimiz günlerde medyada duayen politikacı Ertuğrul Günay önerilerini bir arada sunduğu ‘Demokrasi Misakı’nda birleşelim’ başlıklı bir yazı kaleme aldı. Türkiye’de siyasetçinin, halkın gerisinde kaldığını düşündüren pek çok ismin olduğunu söyleyebilirim. Ama Ertuğrul Günay bu isimlerin tümünden farklı bir yerde durur benim için. Sözlerimin amacı bir Ertuğrul Günay güzellemesi yapmak değil ama onun dikkat çektiği önemli yerler var ve ilginçtir tamamiyle faklı ideolojik görüşleri olan medya kanallarında beğenilmiş. Yeni şeyler söylemenin önemine dikkat çeken Günay, “Cumhuriyeti demokrasiyle, demokrasiyi özgürlük, çoğulculuk, eşitlikçilik, katılımcılık, çevrecilik ve saydamlıkla donatarak anlatmak gerekiyor: Önümüzdeki yeni dönemde, örneğin -Kimse, hiçbir inanç ve köken ayrımcılığa maruz kalamaz; herkes kendini ifade etmekte özgür, bu anlamda siyaset ve devlet çoğulcu olmak zorundadır. -Herkes yasalar önünde eşittir; olanaklarda ve fırsatlarda eşitlik, temel yurttaşlık hakkıdır. Tıpkı yazımda söz ettiğim raporda saptanan sonuçlarla aynı yerde duruyor Günay. Eşitliğin koşullarını sağlamak devletin görevidir. -Herkes, bulunduğu yer, yöre ve bölgede söz ve kararlara katılmak hakkına sahiptir; temsilcilerini doğrudan seçebilmelidir. Katılımcılık, bu çağda demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ kuralıdır” ifadelerini kullanmış. Yaşasın bir üstat çıkmış ve dile getirmiş gerçeklerle birleşen hayallerini, tabi dinleyen olursa…