Bilindiği gibi 2005 yılında Birleşmiş Milletler aldığı kararla Auschwitz-Birkenau Kampının serbest bırakıldığı 27 Ocak tarihini ‘Uluslararası Holokost Anma Günü’ olarak kabul etti. 27 Ocak tarihini Uluslararası Holokost’u Anma Günü olarak belirleyen, 60/7 no’lu çözüm önergesinin bir diğer önemli maddesi ise, Birleşmiş Milletler’in her üyesini “Holokost kurbanlarını onore etme ve okullarda Holokost ile ilgili eğitim programları geliştirerek gelecekteki soykırım girişimlerini engelleme çabasına katılma teşvikinde” bulunmasıdır.
2008’den beri Holokost'un kapsamlı bir şekilde ele alınması, yaşanan mağduriyetlerin hatırlanması ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla kurulmuş olan Uluslararası Holokost Anma İttifakının (IHRA)’nın gözlemci ülkesi olan Türkiye, 2011 yılından beri gerek Ankara Üniversitesi ev sahipliğinde her yıl yapılan anma toplantıları gerekse de Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamalarla resmi olarak Holokost anmasına katılmakta.
Ancak tüm bu olumlu gelişmelere rağmen gözlemlediğim kadarı ile her yıl düzenlenen törenlere devlet yetkilileri, diplomatik misyon, akademisyenler, basın ve toplum mensupları dışında halktan katılımın pek olmamasıdır. Nitekim son yıllarda resmî açıklamalarda da Türkiye’nin Holokost döneminde olumlu davranışlarına ve günümüzdeki mültecilere yönelik olumlu tutumuna yer verilerek o dönem iç politikada alınan kimi yanlış kararlara ve öz eleştiriye değinilmez. Mevcut konular ders kitaplarında da çok kısa geçildiği için Holokost anması maalesef çözüm önergesinde belirtilen ‘eğitim’ konusunda da yetersiz kalmakta. Her yıl belli bir zümre içerisinde halktan uzak gerçekleşen anma törenlerinin tabana indirgenmesi gerçekleşmemekte ve arzu edilen somut ilerlemeler yaşanamamakta.
Emrullah Alemdar ve Savaş Keleş tarafından kaleme alınan ‘Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi’ isimli ders kitabında her ne kadar Kristal Gece’de yakılan bir sinagog fotoğrafı eşliğinde ‘Kristal Gece’ anlatımına yer verilip, Holokost kelimesi çok kısa geçse de bu derece hassas bir konunun ‘Asya ve Avrupa’da Yaşanan İnsan Hakları İhlalleri’ başlığı altında birkaç satırla yer alması, ne Hitler’in ‘Nihai Çözüm’ünden ne de Holokost’un aşamalarından bahsedilmeyip 1945’e, savaşın sonuçlarına, hatta direkt İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne geçilmesi tam bir hayal kırıklığı.
Aynı kitabın ilerleyen sayfalarında ‘Orta Doğu’nun Yeniden Şekillenmesinde Emperyalist Güçler’ başlığı altında Siyonizm tanımı “Siyonizm, dünyadaki bütün Yahudileri Filistin’de toplama, sonra da Süleyman Mabedi’ni Siyon Dağı üzerinde yeniden inşa etme idealidir” gibi gerçek dışı bir tanımlamadan sonra konuya tek taraflı bir bakış açısı üzerinden anlatım genişletilmektedir. Konunun aktarım şeklinden tek bir kaynakla beslenen bir öğrencinin ileriki yıllarda düşüncelerini anlamak hiç de zor olmayacaktır.
Yine aynı kitapta ileriki sayfalarda ‘II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye İç Siyaseti’ bölümünde Varlık Vergisi hazırlayıcı paragraflarla birlikte neredeyse haklı gösterilmekte ve sorumluluk sadece uygulamada yerel yöneticilere yüklenmektedir. “II. Dünya Savaşı boyunca Türkiye’de yaşanan ekonomik bunalım, enflasyon ve vurgunculuk Varlık Vergisi uygulamasını gerekli kılacak koşulların oluşmasına yol açtı. Şükrü Saraçoğlu Hükûmeti, bazı kesimlerin savaşı fırsata çevirerek elde ettiği zenginlikleri vergilendirmenin ülkenin yararına olacağını düşündü ve Kasım 1942’de Varlık Vergisi Kanunu’nu kabul etti. Bu kanuna göre hükûmet, savaşta elde edilen haksız kazançları ve toprak sahiplerinin gelirlerini savaşın neden olduğu enflasyonla mücadele etmek için bir kereye mahsus toplayacaktı. Emlak ve akar sahipleri, tüccarlar ve büyük toprak sahipleri vergi mükellefi olacaktı. Varlık Vergisi Kanunu’nda Türk veya azınlık ayrımına ilişkin hiçbir ifade bulunmamasına rağmen uygulamada azınlıkların yükümlülükleri ağırlaştırılmıştı. Alınacak vergi, o yerin en büyük mülki amiri, mal memuru, tacirler ve belediyelerden seçilen üyelerden oluşan takdir komisyonlarınca belirlenmiş ve belirlenen vergi miktarlarına itiraz olanağı tanınmamıştı. Komisyonların saptadığı vergiyi ödemeyenler önce toplama merkezlerine, sonra da çalıştırılmak üzere Erzurum Aşkale’ye gönderildi. Varlık Vergisi, gelen tepkiler üzerine Mart 1944’te yürürlükten kaldırıldı.”
Mevcut ders kitabında Varlık Vergisi’ne değinilirken 1934 Trakya, 20 Kur’a Askerlik, Struma Faciasına ise hiç değinilmemiş.
Tek bir ders kitabından yaptığımız hızlı bir incelemeyle bile maalesef Holokost eğitiminde arzu edilene ulaşmada daha çok mesafe kat etmemiz gerektiğini görebilmekteyiz. Ankara’da her yıl gerçekleşen Holokost anma etkinliklerinin toplumun farklı kesimlerine dağılabilmesi ve farkındalığın yaratılması ile ancak samimi bir ilerleme kaydedilebilir. Tam da bu çerçevede her yıl çok değerli etkinliklerle Holokost anması gerçekleştiren Sivil ve Ekolojik Haklar Derneği’nin (SEHAK) faaliyetlerine destek verilmesi gereklidir. Belin Benezra Yensarfati ve Kenan Çayır editörlüğünde Sehak tarafından hazırlanan ‘Anne Frank’ın Yaşam Öyküsü Üzerinden Temel Haklar ve Demokratik Değerler Öğretimi’ eğitimciler için örnek ders uygulamaları kitabı konunun öğrencilere nasıl anlatılması gerektiği konusunda kaynak kitap olarak kullanılabilir.
Başta Türk Yahudileri ve duyarlı bireyler olarak mustarip olduğumuz antisemitizm konusuna eğitim yolu ile eğitim yolu ile gelecekte bir çözüm bulabilmeyi arzu ediyorsak, Holokost müfredatını gerektiği derecede “ama” olmadan ders kitaplarımıza yerleştirebilmeli ve eğitim kadromuza da bu içerikleri verebilmeliyiz.
Kaynaklar:
Dr.Hay Eytan Kohen Yanarocak - https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/21520844.2019.1585702