Ya da kitlesellik prangası de diyebiliriz. Fakat binlerce yılın coğrafyalara bıraktığı miras kaderimiz olmamalı!..
İktidar tarafına bakarsak hatta Mehmet Barlas’a göre; Erdoğan 2023’de mutlaka yeniden seçilmeli, seçilmeme ihtimali şimdilik Barlas’ın kabusu gibi.. Muhalefet tarafında ise kimilerine göre ‘muhalefet gelecek dertler bitecek’.
İkiye bölünmüş bir idrakle ilerliyor siyaset.
Oysa gerçek böyle değil. Türkiye’de bir de toplumsal gerçekler var.
Daron Acemoğlu’nun ‘Dar Koridor’ isimli kitabını okuyanlar bilir. ‘Gılgamış problemi’nden bahsedilir. Özetle Uruk halkı, Gılgamış’ın zulmünden o kadar çok yılmıştır ki çareyi tanrılara yakarmakta bulur. Tanrılarda n’apsın çözümü; Gılgamış’a denk, onun gibi güçlü kuvvetli, hatta ikizi gibi Enkidu’yu yaratmakta bulurlar.
İkisi birbirini dengelesin Uruk’a da huzur gelsin diye düşünür ve Enkidu’yu Uruk’a yollarlar.
Anu’nun ‘ikiz çözümünü’; bugün ‘denetim ve denge mekanizması’ dedikleri sistem gibi düşünün. Gılgamış’ı denetleyip durduracak bir güç olacaktı Enkidu. En önemlisi onu frenleyecekti. (Hatta 4000 yıl sonra Amerikan hükümet sisteminin kurucu babalarından James Madison da, Anu’nun bu çözümünden etkilendi. Anayasaların ‘hırsların diğer hırsları dengelemesi’ için tasarlanmalarını savundu.)
Gelgelelim, Gılgamış, Enkidu ile kavga ederek tanıştı ve bu mücadele sonunda despotik gücünü ilk etapta kaybetmiş gibi oldu. Ama bu kavga Uruk şehrine özgürlük getirmedi. Çünkü gökyüzünden paraşütle indirilen denge ve denetim mekanizmaları işe yaramıyordu.
Zaten Gılgamış ve Enkidu vakit kaybetmeden güçlerini birleştirince; hem özgürlük umudu, hem de denge ve denetim hayal oldu. Halk yine açıkta kaldı. Çünkü sıradan insanlar işin içine girmek yerine çareyi kurtarılmakta aradı.
Kitapta tamamen katıldığım ifade ise; “Anayasalar ve sunulan garantiler, toplum tetikte olmadığında üzerine yazıldıkları parşömenden daha kıymetli değildir.”
Yani; evet özgürlüğün devlete ve yasalara ihtiyacı vardır ama toplum bizzat içinde olmadan ne yazık ki hiçbir işe yaramazlar. Özgürlükler ise her zaman hareketli bir topluma ihtiyaç duyar. Bir manada devletle sürekli ve yenilenen bir mücadele içinde olabilmek. Sadece rekabet değil daha iyi hizmet için işbirliği de yapabilmek.
Gibi demokrasiye dair birçok koridordan geçebilmek bizim açımızdan geniş kapsamlı sonuçlar doğurabilirdi. Olmadı, olamıyor.
Niye?
Türkiye’ye bakalım; en iyi sistemi de getirseler; oy kullanan çoğunluğun gündemi lider ekseninde şekilleniyor. Sadece sığ twitter çıkışlarından bahsetmiyorum. Sokağa çıktığımda da her şeyin sorumlusu ya Erdoğan ya Kılıçdaroğlu. Yani zeminde lidere tutunma talebi bitmiyor bir türlü.
Böyle komplo teorili programlarda söylenir ya devletin yaşı hep 18, asla unutmaz diye! Siyasetin yaşından hiç bahsetmeyelim bu aralar 11 gibi… Bir de toplumun yaşı meselesi var oraya şu an hiç girmek istemiyorum moralim bozuluyor.
Fakat kimse siyaset yapmıyor, siyaset mahalle kavgası üslubuyla despotikleşiyor. Hatta gariptir, meydan o kadar boş ki; ‘halk da ben olayım diyor, seçilen de!’
Böyle bir model dünya üzerinde yok. Otokrasi desen o bile değil. Onun da kendi içinde kuralları vs var.
Fakat sorun sadece siyaset olsa keşke! Toplumsal dönüşüm geç kalıyor.
Mesela Batı toplumu lineer hareket eder, yani doğrusal ve hep ileriye gitmek üzere sistemini kurar ya da her ne yapıyorsa oyunu böyle kurar. Bunu en iyi İngiltere ve Almanya yapıyor. Hep bir sonraki adıma, gelişmeye yönelik ilerliyorlar.
Amerika tamamen başka bir kafa hep gökyüzüne bakıyor. Binaları bile öyle. ‘Sky is the limit’ bütün hareket tarzları bu. Astronomi, uzay hepsi oradan çıkıyor. Hep yukarı tüm motivasyonları böyle.
Gelelim Doğu’ya: ne yazık ki döngüsel! Doğu her seferinde başa dönüyor.
Hiçbir yenilik olmasın istiyor. Coğrafyanın bilinç dışı beklentisi bu. Aynı çukurda debelenmeyi seviyor. Yöntem değişmedikçe de buradan çıkış çok zor, yok yazmaya elim gitmedi. Kıta felsefemiz bu ne yazık ki.
Yani biz ve yöntemimiz değişmedikçe zaten her geleni aynısına çeviriyoruz. Herkesten aynı liderleri çıkarıyoruz. Şikâyet ettiklerimize çeviriyoruz.
Düşünün,
‘Kul hakkı’ diye siyaset yapıyorlar ya!
Reel siyaset yapıp, sürreel bir şeyden bahsediliyor. Ve dil nereye gidiyorsa hissiyat da oraya evriliyor.
Freud; ‘babayı yok etsen de, baba arzun ve simgesi duruyor’ der, yani tanrılara kurban verme arzusu bugünün siyaseti işte.
Bu coğrafyanın beklentisi baba. Baba figürünü değiştirmedikçe, bir gün buna ihtiyaç duyulmadığında ancak… Belki!
Aksi halde her şey başa dönsün istiyor, toplum. Baba arzusu, korunma arzusu o kadar büyük ki; sürekli aynı şeyler yaşanıyor.
Fakat göz ardı edilen; seçilen bu adamlar insan ve beklentiler onları buraya getiriyor.
Bu döngü kırılmadıkça siyasete kim gelirse gelsin sonuç hep aynı. Döngü ise halkın katılımı yani kendi zeminiyle ancak kırılır. Futbol taraftarı gibi particilikle değil.