28 Ocak tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından 2022/1 sayılı bir genelge yayımlandı. Yayımlanan metin, üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve tartışılması gereken bir metin. Bu genelge ile Cumhurbaşkanımız toplumumuzun temel taşı olarak kabul edilen aile yapısı ile geleceğimizin teminatı olarak kabul ettiğimiz gençlerimizin görsel, dijital ve basılı medya üzerinden neşredilen zararlı yayınlardan korunması için tüm ilgilileri eskilerin tabiri ile ‘teyakkuz haline’ geçmeye davet ediyor. Aslında Cumhurbaşkanı davet etmez, talimat verir, ama iyi niyet süzgecim talimata alerji duyacağımı bildiği için onu davet diye okuyor.
İlk tepki olarak bu genelge ile yapılmaya çalışılanın bireyin fikir ve ifade özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik bir düzenleme yani bir çeşit sansür olduğunu düşünebiliriz. Ancak, meseleye bu yönden bakarsak özünü kaçırabiliriz. Yakın coğrafyamızdaki bazı toplumların yasaklarla, sansür ve baskı ile belli bir çizgide tutulmaya çalışıldığında nasıl düdüklü tencere misali patlamakta olduklarını gözlemleyebiliyoruz. Diğer taraftan, genelgenin hukuk sistematiği ile uyumlu olup olmadığı konusu ise bildiğim bir konu değil.
Konunun bizi ilgilendiren tarafı bu genelge ile yapılmak istenin aslında ne kadar zor bir iş olduğu gerçeği.
Şöyle etrafımıza bir bakalım. Bir yanda sınır tanımayan dijital bir dünya. İnternet’in en büyük özelliklerinden biri ne? Gerçekte olmayanı varmış gibi gösterebilmek; mesela yalan haber. Keza, özellikle gençler perspektifinden bakınca, özendirmek. Özgüvenini güçlendirmeye en çok ihtiyaç duyduğu yaştaki bir genç kızın Instagram’da vakit geçirdikten sonra ‘herkes fenomen, benim dişlerim bozuk ve popom büyük!’ diye kendini ökselemesi. Tatillerden konulan sahte mutluluk fotoğraflarını ‘layk’larken hissedilen burukluğun dağladığı boşluk duygusu. Hayaller Paris, gerçekler Tarlabaşı durumu… Bunun sağlıklı bir ruh hali olup olmadığı halen yoğun tartışma konusu.
Diğer yanda, sadece iki nesilde geleneklerinden kopmanın mümkün olduğu gerçeği. Konda’nın 2021 araştırmasına göre, Türkiye nüfusunun yarısına yakını kendi veya babasının doğduğu yerden başka yerlere göç etmiş durumda; yüzde 93’ü ise kent ve şehirlerde yaşıyor. Şehir hayatını tarife gerek var mı? Giderek küçülen aileler ve evler, giderek uzayan yolculuk saatleri, giderek yorulan vücutlar ve ruhlar ve giderek pahalılaşan hayat. Kendimize şu soruyu soralım: Çocuklarımız yaşlılarımızla ne kadar zaman geçirebiliyor? Oyun hamuru gibi yoğrulma yaşında olan genç çocukların kaçı büyükanne ve büyükbabalarından uzun uzun hayat öğretileri alabiliyorlar? Kendi çocukluğumuzda öğrendiğimiz geleneklerimizin aslında ana babamızdan çok büyükanne ve büyükbabalarımızdan geldiğinin farkında değil miyiz?
Sizce sünger gibi her şeyi emen gencecik bir beynin olumsuz sinyallerden korunması için hangisi daha etkili olacaktır? Olgunluk çağına gelinceye kadar her yazını büyükanne ve büyükbaba ile geçirmesi mi, yoksa onun maruz kalabileceği her türlü olumsuz neşriyata devlet eli ile engel olunması mı? Bu iletişim çağında ikincisi ne kadar mümkün olabilir?
Örf, adet ve geleneklerimiz, ruhumuzun sağdan soldan gelen rüzgârlarla bir oraya bir buraya savrulmasını önleyebilecek en önemli köklerimiz değil midir? Asırlardan beri Tora’nın emri olarak uygulanagelen Şabat geleneğimiz, mesela, aile çatısı altında üç bazen de dört nesli en az haftada bir kez masa etrafında toplamak suretiyle, hiçbir genelgenin sağlayamayacağı bir korumayı vermiyor mu?
Bir yandan giderek küreselleşen tüketim kültürünün mahsulü dijital içeriğe maruz kalıp, diğer yandan da giderek küçülen ve köklerinden kopmakta olan bir aile yapısı içinde büyüyen bir çocuk veya bir genç olmak gerçekten de eskiye göre hem daha zor ve hem de daha riskli. Maalesef, bu olgu sadece Türkiye’ye has değil, tüm gelişmiş toplumların önemli bir sorunu.
Bu genelgenin en büyük açmazı, kendilerine milli ve manevi değerleri koruma görevi vehmedenlerin o milli ve manevi değerleri nasıl anladıkları ve yorumladıkları olacaktır. Kimin manevi değerlerinin üstün tutulup kimin manevi değerlerinin zararlı kabul edileceğine nasıl karar verilecektir? Genelgenin atıfta bulunduğu Anayasa’nın 58. Maddesinde yer alan “…gençlerin müspet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirler alır” ilkesi kime nasıl ışık tutacaktır, nasıl yorumlanacaktır?
Gençlerin rahatlıkla izleyebilecekleri programlarda Yahudiler hakkında genellemeler yaparak, olabilecek en olumsuz önyargıları yaratmak için adeta birbirleriyle yarışan bazı konuşmacılara veya yazılı basındaki bazı köşe yazarlarına, işledikleri nefret suçlarının milli ve manevi değerlerimizin en önemli taşlarından biri olan hoşgörü kültürümüz ile bağdaşmadığını, bu söylemlerin genç dimağları zehirlemekten başka bir işe yaramadığını, uygun bir dille anlatabilecekler mi?
Umarız ki bu genelge çifte standart uygulamadan, evrensel insan hakları hukuku çerçevesinde ve bilinçli bir şekilde uygulanır ve her fırsatta ilgililer, genç dimağları milli ve manevi değerlerimize bağlı tutmak suretiyle korumanın birincil sorumluluğunun aslında büyükanneler ve büyükbabalar başta olmak üzere, çocuğun ailesine ait olduğunu hatırlar ve hatırlatırlar.