Bundan iki hafta kadar önceydi. Değerli basınımız tarafından İsrailli haham Israel Alvum’un kaşerut denetimi için geldiği İstanbul’dan yoğun kar yağışı nedeniyle dönemeyip mahsur kalışı, jandarma yardımı ile geceyi camide geçirip, sabah duasını camide icra etmesi haberi büyük titizlikle bizlere sunuldu. Gün aşırı ‘Yahudi’ kelimesini küfür gibi kullanan, köşe yazarlarının her türlü komplo teorisini satırlarından düşürmediği sözde gazeteler bile bu kez haberi yorumsuz vermekte gecikmedi. Rav Alvum basınımızın arka plandaki ajandasından habersiz kameralara gülümserken, bizler de Türkiye-İsrail arasında yeni bir dönemin sinyallerini haberlerden takip etmekteydik. Ocak 2022’de her iki ülkenin dışişleri bakanları 13 yıl aradan sonra ilk kez telefonda görüşmüştü. Nitekim, Rav Alvum haberinden yine iki hafta kadar önce de İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog’un annesinin vefatı nedeniyle Sayın Erdoğan’ın başsağlığı telefonu da basında geniş yer bulmuştu. Normalleşmenin sinyallerini siyasilerin söylemlerinde ve planlama aşamasındaki çalışmalardan gözlemlerken, basınımızın yıllardır süregelen İsrail’i şeytanlaştırma çabaları sonrası bunun ne kadar ‘samimi’ olabileceğini merak etmekteyim.
1 Şubat 2022 akşamı İsrail Konsolosluğu önünde normalleşmeyi protesto amaçlı toplanan Anadolu Gençlik Derneği üyeleri ellerindeki dövizlerde “İsrail ile normalleşmek haramdır. İsrail ile örtünen çıplak kalır” yazılı dövizler taşımaktaydı. Toplumun kimi kesiminde eleştiriler devam ederken, Cumhurbaşkanı’nın ve eşinin COVID testlerinin pozitif çıkması sonrası Herzog’un arayarak geçmiş olsun dilemesi de basında yer buldu. İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasında Trump döneminde imzalanan İbrahim Anlaşması ve bu ay ilk defa tarihte İsrail’in devlet başkanının Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaptığı resmi ziyaret de bölgedeki değişiklikleri bize hatırlatan bir durum olarak yerini koruyor. İsrail’in komşu olmayan Arap ülkeleri ile diplomatik ilişkiler geliştirmesi ve ilgili ülkelerin de bu manada bir tabuyu yıkması son dönemde Körfez hattında yaşanan en önemli gelişmelerden biriydi. İsrail’in Türkiye’den Hamas terör örgütünün siyasi ayağı ile ilgili beklentileri, öte yandan Akdeniz’de süregelen doğalgaz konusu da zaman içerisinde ilişkilerin seyrini belirleyecek önemli hususlar olarak masada durmakta.
İki ülke arasında ekonomik ilişkiler siyasi iklimin en gergin olduğu zamanlarda bile artan ivmeyle devam etti. Bunu artan ticaret hacminde ve iki ülke arasındaki uçak seferlerindeki sıklıkla gözlemleyebilmek de mümkün. Nitekim son yıllarda İstanbullu Gelin ile başlayan süreçte İsrailliler’in Türk kültürüne olan ilgisi ve tarihsel bağlar da normalleşmeyi kolaylaştırıcı etkenler olarak düşünülebilir. Ancak tüm bu gelişmelerin yanında, uzun bir süredir ‘Şeytan, Siyonist, terör devleti’ olarak ezberden düşürülmeyen, okul kitaplarından ana akım medyaya tek yönlü bir anlatımla nefret söylemlerinin hedefi olan İsrail’e karşı toplumun büyük bir kesiminin olumsuz algısının hafızalardan silinmesi hiç de kolay gözükmüyor. Toplumlar normalleşemedikçe, ülkeler arası normalleşme adımlarının da yüzeysel kalması bizi şaşırtmayacaktır. Malum basında öngörülen ziyaretin şimdiden ‘utanç’ olarak görüldüğü, İsrail’i devlet olarak kabul etmeyen bir kitlenin talebine binaen, İsrail Devlet Başkanı’nın Ankara’da mecliste bir ağırlama yapılmaması şeklinde yazıların da kaleme alındığını görebilmekteyiz. Gelişmeleri tüm bu gerçeklerin ışığında okumak samimi bir ilişkiyi sağlam temellerde kurabilmek her iki ülkenin de yararına olacaktır.
Dileriz ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ prensibi ile iki ülke arasındaki samimi normalleşme sokaktan başlayarak topluma yayılır ve Ortadoğu’da kalıcı bir barışın imar edilebilmesinde Türkiye’mizin hakettiği katkıyı da verdiğini yakın zamanda görebiliriz.