Hep çok mu ciddi olmalı hayat? Yoksa biraz da şaklabanlıklara yer ayırıyor musunuz gününüzün içinde? Şairin dediği gibi ciddiyetle oynarken, bizlere sunulmuş olan bu bir nefes hayatın, özünde bir oyun olduğunu hatırlıyor muyuz ara ara? Gün içinde? Sabah uyandığımızda? Çok mu programlı yaşıyoruz her anımız dolu dolu, nefes nefese bir koşturma halinde? Yoksa yolumuzun üstünde karşılaşacağımız sürprizlerle hemhal olacak “boş” alanlarımız var mı güne yayılmış?
Nasıl ki duvarların arasındaki boşluksa oturduğumuz odayı oda yapan, yaşamlarımızın içindeki boşluktur belki de hayatımızı anlamlı kılan. İlla bir şey yapmamızı gerektirmeyen, ancak bir şeyler olma halinin duygusudur belki de hayata anlamını veren. Şükürde olma hali gibi… Sevme hali, sevgi olma hali gibi… Kökeninde ne olursa olsun, gündelik koşturmacalarımızın arasında bizi durduran, alışılagelmiş davranış kalıplarımızı kıran, rutinlerimizden şu ya da bu şekilde farklı hareket etmemize neden olan, nefeslenmemize aracı olan boşluklar olarak görüyorum ben bayramları.
Böyle bakınca kocaman bir sevgililer gününün, ayların en küçüğü olan şubatın ortasına yerleşmesi ne kadar ilginç! Doğanın bereketinin kutsandığı pagan kökenli de olsa, Hristiyan kökenli de olsa, modern tüketim ekonomisinin bir oyunu gibi görülse de, sevgilimiz olsun olmasın, kalbimizi sevgiye açtığımız an nasıl da ışıldıyoruz. Kendi içimizde büyüyoruz. Nefes alış-verişimiz dahi değişiyor. Sıkışmışlıklarımız süzülüp uzaklaşıyor sanki her nefeste. Daha geniş atıyor kalbimiz. Fark ediyor musunuz?
Belki de bu yıl sevgililer günü yaklaştıkça daha çok dönüp bakmalı insan, kendine, gündelik rutinlerine, boşluklarına, hayatına… Şükre, paylaşıma, sevgiye ne kadar alan açıyor gün içinde? Yapmaya değil, olmaya ne kadar alanı var? Ne kadar vakti var? Mesela sahilde yürürken, bir öten kuşun ezgisinde umarsızca dans etmeye? Karşıdan gelen -belki de suratı biraz asılmış yaşlı teyzeye- kocaman bir gülüşle iyi sabahlar dilemeye? Ya da bir sokak çocuğunu öğle yemeği ile sevindirmeye? Dalarak gözerinin içindeki mutluluk okyanusuna? Seyreylemeye hayatı, gülmeye, dolu dolu kahkahalarla, -ya da bazan göz yaşlarıyla- utanmadan, saklanmadan, yeri gelince dalga geçmeye kendiyle, şaklabanlıklar yapmaya? Sevmeye? Önce kendini, sonra hayatı... Gerisi tamamdır zaten.
Çünkü, insana en güzel sevgili hayatın kendisi her daim;
Ve sen hayatı bırakmazsan, o seni asla bırakmaz.