Başkent Ottawa bir önceki hafta sonundan bu yana, söylenen o ki, daha önce görülmemiş bir kamyon konvoyunun işgali altında. Şehir merkezine araçla girmek neredeyse mümkün değil. Yoğunluk Parlamento’ya doğru gittikçe artıyor. Dükkanların, kafelerin, lokantaların, işyerlerinin tamamı kapalı. Pandeminin başından beri düşe kalka gelen küçük işletmelerin durumu pek parlak değil. Gerçi hem federal hükümetin hem de yerel hükümetin desteğini almıyor değiller, ancak yine de finansal anlamda işgalden yoğun bir şekilde etkilendikleri bir gerçek.
Göstericiler COVID-19 ile ilgili konmuş olan tüm kısıtlamaların kaldırılmasını talep ediyor. Aşı zorunluluğu ve ABD’ye karşılıklı geçişlerde ibraz etmeleri gereken aşı pasaportu, olmazsa girmeleri gereken 14 günlük karantina sürecine karşı çıkıyor. Bu uygulamaların demokratik olmadığını ileri sürüyorlar, yasakları dayatma olarak görüyorlar. Aşıya karşı değil, zorunlu aşıya karşı bir tutum içinde olduklarını belirtiyorlar. Peki gerçekten öyleler mi?
Başbakan Trudeau göstericilerle masaya oturmayacağını açık bir dille ifade etti. Hükümetin COVID-19 politikasının eylül ayında yapılan seçimlerde onaya sunulduğunu ve kabul gördüğünü ifade eden Trudeau, konunun yeniden gündeme getirilmesinin, daha da ötesi, getiriliş şeklinin demokrasinin gereklerine uymadığını söyledi.
Muhalefet ise eylemi demokratik bir hak olarak gördüğü için destekliyor. COVID-19 ile mücadeleye evet ancak gösteri hakkına da evet gibi bir yaklaşım sergiliyorlar. Gerçi göstericilerin taşkınlıkları, hatta karıştıkları bazı saldırılar, Trudeau’yu açıktan açığa eleştirmekten imtina eden, ancak göstericilere sempati ile yaklaştıklarını beyan eden muhalif kanadı zor durumda bırakmış olmalı ki bir haftayı aşan istilanın sona erdirilmesi gerektiğini dile getirmeye başladılar. Aklın yolu ile muhalif olma dürtüsü arasında sıkışıp kalmış bir izlenim veriyorlar. Bir de işgalin on güne uzamış olması ayrı bir sorun.
Kanada bayraklarının yanında kareye giren gamalı haç bayrağı ve ayrılıkçı pankartlar kamuoyunda ciddi tepki toplamış durumda. Hem Pfizer hem de Moderna’nın etkin isimleri arasında Yahudilerin olmasından dolayı elbette işin ucu antisemit söylemlere de varmıyor değil. Irkçılık, yabancı düşmanlığı eksenine oturma potansiyeli olan hiçbir hareketin Kanada’da karşılık bulması mümkün değil. Hamurunda değişik milli, dini ve etnik toplulukların olduğu bir halkın bu gibi fikirlere karşı duyarlı olması son derece normal. İşin içine, peşinden gidilemeyecek görüntülerin girmesi, demokratik olma iddiası ile sempatizan kazanmış bir hareket için elbette ki iyi olmadı.
Öte yandan, batıdan çoğalarak Ottawa’ya gelip kente adeta kabus gibi çöken kamyon destekli göstericilerin talepleri federal hükümeti çok da fazla ilgilendirmiyor… Tabii talep salt COVID-19 önlemlerinin kaldırılması ise... Zira, konu ile ilgili gündelik önlemler federal hükümet tarafından değil eyalet yönetimleri tarafından alınıyor ve uygulanıyor. Dolayısı ile şu ana dek yapılan gösterilerin adresi yanlış gibi duruyor. Gelin görün ki son günlerde, hükümetin ve parlamentonun istifasına kadar getirilmiş istekler. El yükseltilmiş. Tabii ki böyle söylemler yayıldıkça destek azalmasından öte, kızgınlıkla karşılaşıyor göstericiler. Nitekim geçtiğimiz Cuma günü şehir merkezinde işyerleri kapananlar polis merkezi önünde karşı bir gösteri düzenlediler.
Geçtiğimiz hafta sonu, Toronto, Quebec City, Winnipeg, Edmonton gibi eyalet başkentleri de ek gösterilerin sahnesi oldu. Bir de, Alberta ile Michigan arasındaki otoyolun büyük bir kamyon konvoyu tarafından kapatılmış olması durumu var ki tedarik zincirini olumsuz etkiliyor. Kanada’dan ABD’ye yollanan et ve yan ürünlerinin naklinde büyük aksamalar yaşanıyor. ABD’den sınırın ötesine ulaştırılması gereken tarım ürünleri ile çeşitli yemlerin zamanında gelmemesi de Kanada için sorun teşkil ediyor. Yetkililer blokajın devam etmesi durumunda, giderilmesi zaman alacak büyük sıkıntıların baş göstereceğini ifade ediyorlar.
Olayın finansmanı konusu ise başka ilginç: Kâr amacı gütmeyen GoFundMe tarafından kamyon konvoyunu ve göstericileri finanse etmek için toplanan bir para var. Söz konusu meblağın on milyon Kanada doları olduğu ve bunun ancak bir milyonunun dağıtıldığı söyleniyor. Bu paradan yakıt ve yiyecek ihtiyaçlarını gideren göstericilere ilave kaynak aktarılmaması konusunda Ottawa kent idaresinin fon yetkililerine yaptığı çağrı olumlu karşılandı. Bir kısmı yurtdışından olmak üzere çoğu isimsiz hesaplardan aktarılmış fonda kalan meblağın sosyal yaşantıyı torpilleyecek kanallara aktarılmaması konusu federal yetkililerin üzerinde hassasiyetle durdukları bir konu. Nitekim söz konusu paraların mahrecine iadesi gündeme gelmiş durumda.
Bütün bunlar olup biterken haber kanallarına davet edilenlerin başında psikolog geliyor. Kent halkının gösterici işgalinden etkilendiği, gürültü ve kirliliğe maruz kaldığı, kent merkezinde yaşayan yaşlı ve engellilerin durumunun zorlaştığı sıkça konu ediliyor. Yardım kuruluşları ve gönüller evlerinden çıkıp ihtiyaçlarını gideremeyenlere bunların aksatılmadan sağlanması için çalışıyorlar. Geçtiğimiz hafta sonu işgalin mağdurlarının yasal yollara başvuracakları konusunda haberlerin de çıktığını ifade etmekte yarar var.
Polis ise bizim alışık olduğumuzun aksine geri planda kalıyor ve istenmeyen olayların yaşanmaması için alarmda. Pazar akşamı itibarı ile kentte uygulanmaya başlayan olağanüstü hal, bıçağın kemiğe dayandığını gösteriyor. Gerçi bu uygulama polise ek yetkiler vermiyor ancak kentin soluklanması için alınması gereken tedbirlerin daha rahat yerine getirilmesini mümkün kılıyor. Pazar gecesi yedi göstericinin tutuklaması ve kesilen yüzden fazla cezanın, Ottawa tarihinde sık rastlanmayan bir olay olduğu yerel basında yer buluyor.
Ottawa Lookout’tan bir alıntı ile bitireyim: “Kentteki garip durum devam ediyor. Geçen gün kent merkezine gidip durumu kendim göreyim dedim. Gerçek dışıydı! Gürültü, o inanılmaz gürültü, kontrolden çıkmış kalabalık, absürt bir parti havası ve gizli tehdit durumu… Kimse evinin dışında bununla yaşamak istemez. Henüz bitecek gibi değil. Ancak işgalin sonlandırılması ve normale dönülmesi için en azından zorlayıcı adımlar atılmaya başlandı…”