Ah bu Tinder!

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
23 Şubat 2022 Çarşamba

Şubat başı Netflix’te yayınlanmaya başlayan ‘The Tinder Swindler’ adındaki belgesel hem ülkemizde hem de dünyada izlenim rekorları kırdı. Gerçekçi olalım; belgeselin rekorlar kırmasının ilk sebebi adında ‘Tinder’ kelimesinin geçmesinden başlıyor. Tinder, ülkemizde ve dünyanın çoğu ülkesinde hoşumuza giden biriyle tanışmak, flört etmek, kısa süreli veya ciddi ilişki yaşamak için kullanılan bir akıllı telefon uygulaması. Kullanımı diğer tanışma siteleri gibi çok kolay; resminizi koyup gerçek veya sahte adınızı yazıyor, gerçek veya sahte yaşınızı yazıyor, isterseniz kendiniz hakkında bilgiler verip isterseniz gerçek bir bilgi vermeyip profilinizi yaratıyorsunuz ve kullanmaya başlıyorsunuz. En basitinden anlatmak gerekirse karşınıza tercih ettiğiniz cinsten ve tercih ettiğiniz yaş aralığından dijital bir insan kataloğu çıkıyor ve “evet veya hayır” anlamında parmağınızı sağ veya sola sallayıp beğendiğiniz kişileri seçiyorsunuz. Bundan sonrası sizin elinizde. Sohbetini veya fiziğini beğenip buluşabilirsiniz. Sohbeti kaba, sıkıcı bulup tamamen vazgeçebilirsiniz. Doğru dürüst sohbet etmeyip buluşabilir, haftalarca sohbet edip buluşmak istemeyebilirsiniz. Tinder’daki insan profilleri ve psikolojileri kendi içinde bambaşka bir yazı konusu…

***

The Tinder Swindler’ı Netflix’e geldiği hafta bir arkadaşımla birlikte seyrettim. Birçok kadını 10 milyona dolara yakın dolandırdığı iddia edilen, Simon Levilev adını kullanan kişi ve onun tarafından dolandırıldığını söyleyen kadınların yaşadıkları hakkındaki bu belgesel beraberinde akla bir sürü sorular getiriyor. Gerçek adı Shimon Hayut olan, ultra-Ortodoks ve kapalı bir toplulukta büyüyen, hatta babası haham olan Hayut, o hayatından ayrılarak olabilecek en farklı hayatlardan birine geçiyor.  Simon Levilev adını kullanmaya başlıyor, kendini pırlanta kralının oğlu olarak tanıtıyor, kadınlarla tanışmak için Tinder’a giriyor ve ilk etapta onlara çok lüks hayatlar yaşatıyor. Özel jetlerle uçurtuyor, devasa teknelere bindiriyor, havyarlar ve sushilere besliyor, şampanyalar havada akıyor. Bu lüks hayattan çok çabuk etkilenen kadınlar çok kısa bir sürede Simon’a bağlanıyor ve bazıları kendi tabiriyle aşık oluyor. Belgeselden anladığım kadarıyla aynı yerde 2-3 günden fazla kalmayan Levilev, kadınlara gösterdiği birkaç günlük ultra lüks hayattan sonra bolca mesaj da atarak kendine bağlamayı beceriyor. Göz boyama faslı bittikten sonra da kadınlara düşmanlarının peşinde olduğunu söyleyip onlardan çok yüklü paralar ve kredi kartı istiyor. Adamın zenginliğine güvenen kadınlar olmayan paralarını bankalardan kredi çekiyor, kendi adına olan kartlarının limitini açıyor. Hayatlarında toplasalar belki on gün görmedikleri bir adam için on binlerce hatta yüzbinlerce dolar borca giriyorlar.  Bu ‘aşkların’ sonunda adam tabii ki borçlarını hiçbir zaman ödemiyor, ödenmesi istenince kabalaşıyor, tehdit edecek kadar işi iletebiliyor. Levilev ise bir kadından aldığı on binler ve yüz binlerle bir sonraki kadına lüks bir hayat yaşamaya devam ediyor.

***

Benim aklımdaki tek soru bunca kadının, fiziksel olarak bu kadar az görmüş olduğu bir adamın üç gün yaşattığı lüks hayata güvenip, nasıl defalarca kredi çektiği; nasıl gözü kapalı kredi kartları teslim ettiği... Sevgi ve ilgi eksikliği mi, kaz gelecek yerden tavuk esirgememek mi bilmiyorum ama bu belgesel sanal ve gerçek sevgi arasındaki farkı idrak edebilmek için güzel bir kamu spotu…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün