Düşünmeye başlamak, nereye varacağı belli olmayan bir yolculuğa çıkmak gibidir… İlk adımımızı atar atmaz, irademizin kontrolünden çıkar, yolun bizi nereye kadar götüreceğini önceden kestiremeyiz. Peter Singer
Shakespeare’e güvenebilirsiniz… Herhangi bir konuyu sizden önce dile getirmiş olduğu kesindir:
“Tanrım! gördüğüm her şey, ne kadar hatalı olduğumu, bir an önce intikamımı almam gerektiğini söylüyor… Oysa insanoğlu, uyumak ve yemekten başka hiçbir şey yapmasaydı, bir hayvandan ne farkı olurdu ki?.. Kullanılmamaktan küflenmeye bırakacak idiysek, Tanrı’nın bizi üstün bir düşünme yeteneğiyle donatmış olmasının ne anlamı olurdu?”1
Sorgulamak istediğim mesele şu: Düşünme adını verdiğimiz bu ‘tanrısal’ yeteneği kullanmak dünyayı ‘daha iyi’, ‘daha yaşanılır’ bir yer kılar mı, yoksa ‘birazcık’ akıl-dışı kalmaktan bir zarar gelmez mi?
Öyle sanıyorum ki, insanın herhangi bir mantığa dayanmayan düşünceleri, yani üzerlerinde akıl yürütmeden kabul ettiği tüm dogma, inanç ve sair safsatalar, onu gerçek bir zarara uğratabilir… İnsanın usa vurmaktansa, ‘içinden gelen sese’ kulak vermesinin, düş kırıklığıyla sonuçlanması çok olasıdır… Ne kadar hayal, o kadar hayal kırıklığı…
Buna karşılık, neyi yapmamızın, neye inanmamızın ‘daha makul’ olduğunu sorgulayan eleştirel düşünce, ‘bilişsel saplantılara’ düşmemizi engelleyip, bizi tutuk kılan inanç ve ‘değerlerimizi’ gözden geçirmemize imkan tanıyabilir.
İnsanlığın iyiye gittiğine ‘inanmamız’ gerekmez… Çünkü neyin ‘daha iyi’ olduğuna karar verdikten sonra, eski günleri yenileriyle kıyaslayarak, gelişmenin olumlu olup olmadığını kanıtlamamız mümkündür.
İnsan türü -eskisine kıyasla- daha zengin, daha sağlıklı, daha tok, daha eğitimli… Savaş, cinayet ve kazaya kurban gitmeye karşı daha korunmuş durumda… Bunların ‘iyi’ şeyler olduğunda hemfikirsek, insanlığın iyi yolda olduğuna sevinebiliriz.
Bu ‘ilerlemeye’ neden olan, doğanın bizi herhangi bir evrim yasasıyla kolluyor olması değil… Dünyanın, milyarlarca yıl boyunca, insansız idare ettiği düşünülürse, doğanın pek de umurunda olduğumuz söylenemez.
Hadi nankörlük etmeyelim; doğanın bize bir iltiması oldu: “Bütün türler içinden bizi seçerek, akılla donattı”… Aklımız, ‘iyi’ yaşamayı ‘kötü’ yaşamaya, ‘kolay’ yaşamı ‘zor’ olanına yeğ tuttuğu için, karşılaştığımız sorunların üzerine cesaretle giderek, onları alt etmeyi öğrendik.
Başarılarımızdan da ders çıkarabiliyoruz… Başarısızlıklarımızdan da… Bu kusurladan arınma çabasına, ‘ilerleme’ ya da ‘tekamül’ adını veriyoruz.
Uzun yaşam, kapımıza bırakılmış bir hediye değil… Kazanılmış bir hak… Hastalıklara tanrı ya da şeytanların değil, mikrop, bakteri ve virüslerin neden olduğunu anlamamız, bunlarla mücadele etmeyi öğrenmemize neden oldu. Sularımızı klorlamaya, lağımlar inşa etmeye başladık… kitlesel aşı kampanyaları örgütlemeyi başardık.
Beslenme sorunu insanlığın yakasını hiç bırakmadı… Açlık, kötü bir hasat ötemizde oldu hep… Bugün ise, açlık sorunu gıda eksikliğinden kaynaklanmıyor… Bir pazarda fazla olan gıdayı bir diğerine göndermeyi öğrendik… Aklımız sayesinde ve deneme-yanılma yöntemiyle tarladan masamıza yiyecek getirmeyi başardık… Bunun için, tren yollarını su kanallarını, kamyon, silo ve soğuk hava depolarını keşfetmemiz gerekiyordu… Hepsini keşfettik… Bizi besleyecek olan kaloriler, gökten manna olarak inmiş değil…
Fakirlik, yani kaynakların yeterli olmaması, insanlığın doğal hali… Mucize olan, zenginleşmemiz… 19. yüzyılda başlayan sanayi devrimi sayesinde, önce kömür ve petrolden… Sonra rüzgar ve akan sudan… Ve nihayet güneş ve nükleer fisyondan enerji elde etmeyi öğrendik… Elde ettiğimiz ısıyı, ‘işe’ çeviren makineler üreterek, tüm insanlığa yetecek miktarda, standartlara uygun, kaliteli ürün imal etmeye başladık.
Savaşta ‘harcanacak asker’ olmayı, salak olmadığımız için, red ediyoruz artık… Gene deneme-yanılma yöntemiyle daha etkin ve daha az bürokratik hükümetler kurmanın yolunu bulduk… Kişisel menfaatimizle, toplumsal mutluluğumuzu uzlaştırmayı öğrendik.
Karşı karşıya kaldığımız sorunlar yok değil… Dünya üzerinde var olacağımız sürece, yeni sorunlarla da karşılaşacağız… Ama hiç endişe duymuyorum… Aklımızı kaybetmezsek şayet, daha önceki sorunları nasıl çözdükse, yenilerini de çözeceğimize güveniyorum.
1 Danimarka Prensi Hamlet’in Trajik Hikayesi. W. Shakespeare1601