Geriye dönüp baktığımda bu sayfalarda neredeyse on yılı dolduracağım ve birkaç sefer dışında genellikle kişisel yaşantım, duygu ve düşüncelerimi paylaşmadım; ancak son birkaç yılda değişmeksizin aşağı inen yaşam kalitesi ivmesi, bitmek bilmeyen kaos ve kargaşalar, son olarak da tarihi ve bireyleri okumayı bilenler için Rusya’nın bir gün çıkaracağı garanti olan savaşın gerçekleşmiş olması artık iyice soluğumuzu kesmiş durumda. Böyle bir ortam içerisinde şüphesiz ki beni en çok üzen, ekonomik zorluğun artması ve Üçüncü Dünya Savaşı kaygısı nedeniyle başta bire bir temasta olduğum öğrencilerimin ve gençlerin bakışlarında yaşam kıvılcımı ve mutluluktan en ufak bir iz dahi bulamamak.
Son birkaç yıldır zannederim en çok tekrarladığımız cümle, “Bunun gerçekleşeceğini hiç düşünmemiştim” oldu; aynı, fotoğrafını AA Foto Muhabiri Wolfgang Schwan’ın çektiği, medyada savaşın simgesi olan ve Rus bombardımanıyla yüzü gözü kan içinde kalan Olena Kurilo isimli kadının dediği gibi… Darbelerin bir daha yaşanacağını hiç düşünmemiştik, sınırların değişeceğini veya imparatorların ya da prenslerin unvanlarından vazgeçebileceğini… Hele kitaplardan okuduğumuz ve insanlık ne kadar çaresizmiş dediğimiz küresel salgınlar! Her şey o çok övdüğümüz, çok güvendiğimiz, evrensel barışa götürecek olan insanın, insanlığın; bizlerin elinde değil miydi? Afet tanımına baktığımda karşıma iki ayrı kategori çıkıyor; biri doğal, diğeri insan kaynaklı… İnsan kendi aklıyla, bilimin öncülüğünde attığı her yeni adımda doğal afetlerden sakınmanın yolunu buluyorken diğer taraftan kendi eliyle kendi sonunu hazırlamaya neden bu kadar yakın olur ki? Doğal olarak akıl ve ruh sağlığını korumak için yüzümüzü çevirecek yer arıyoruz. Anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz; var olduğumuz günden beri. Ve soluklanmanın bir yolunu da sanatın estetik kapısı sunuyor bizlere. Ülkemizde önemini gitgide yitiriyor görünse de sergilere, gösterilere, oyunlara olan ilginin canlı olması; kısacası içinde yaratım olan farklı dalların izleyicisiyle bütünleşmesi aslında sanata olan açlığın en önemli göstergesi. Yıllardır kullanılan, ancak son zamanlarda sıklıkla dillendirilmeye başlanan sanat terapisi de örselenen ruhun, bireyin kendini sembolik olarak ifade etme yetisi devreye girdiğinde nasıl iyileştiğini ispatlayan en önemli yöntemlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Yazımın başlığı aynı zamanda çok sevdiğim meslektaşım Medine İrak’ın 3 Mart-30 Nisan tarihleri arasında Simbart Projects Çukurcuma’nın ev sahipliğini yapacak olduğu kişisel sergisinin ismi; Yapı Kabuğu… Ani Harabeleri, İstanbul Su Kemerleri, Yedikule Surları ve Bostanlar olmak üzere birkaç yapıtaşı üzerine oturan sergide bu tarihi yapıların çevresiyle kurduğu ekolojik ilişki ele alınıyor. Medine’nin sanatında en çok ilgimi çeken birliktelik, insanın doğa ile kurduğu ilişki. İnsanlığın uygarlaşma süresince doğada bıraktığı izler, dönüşüm ve zaman içerisinde doğanın kalbine kazınan bu izlerle bütünleşme ve dinginleşme sürecinin yansıması Yedikule Surları ve önündeki Bostanların kurgusundan izlenebiliyor. Bostanların önünde yer alan surlar, toplumsal bir evrimin kültürel tasarımını da yansıtıyor ve doğayı terbiye eden endüstrileri kendi içinde barındırıyor. Serginin basın bülteninde; eserlerde yansıtılanın, doğayı kendi hizmetine sokmanın en köktenci atılımı olarak tarımsal faaliyet, tohumlama, ekme, biçme uğraşı, kurgusal düzlemin önemli bir aşamasına işaret ettiği ve bu faaliyetin, tüm tasarımların ana rahmi, yaşamın bütün estetik alanlarının kurgulanmasının başlangıç noktası, doğaya hâkim olma dürtüsünün en ilkel biçimine bizleri taşıyacağı belirtiliyor.
Her yeni gün kabuğumuzu kırmaya çalışsak da bir diğer yandan kırılan yapımızın parçalarını birleştirmeye çalışıp onun içine sığınmaya ihtiyaç duyduğumuz bu kısır döngü içerisinde sanatın onarıcı gücüne her zamankinden daha çok ihtiyacımız var; nefes almak, hissetmek, görmek, düşünmek, konuşmak ve hatta bağırmak için.