Genç okurlarımız Moşe Grosman’ın adını pek duymamışlarsa da, toplumumuzda çoğu yaşıtım ve büyüklerimin yolları bir şekilde onunla kesişmiştir.
Peki kimdir Moşe Grosman? Google’da yapacağınız küçük bir aramanın sonucunda şöyle bilgilerle karşılarsınız: “1 Mayıs 1952, İstanbul doğumlu. Musevi Lisesi mezunu. Şalom gazetesinde 1967-83’te köşe yazarı, 1980-83’te sorumlu yazı işleri müdürü olarak görev yaptı. 1971’de Yaprak dergisinde, 1972’de Çağdaş Sanat dergisinde yazdı.1973’te Günaydın gazetesinde köşe yazarı, serbest araştırmacı, yazar ve muhasebeci olarak görev yaptı (…) Gazeteci, yazar ve şairdir. Türkiye Aşkenazlarındandır. Şiir kitaplarının yanı sıra David Markus'u anlattığı bir de ‘Dr. Markus’ adlı eseri bulunmaktadır ki bu eser Türk-Yahudi toplumunun dönüşümü ile ilgili önemli belgeler içermektedir. Kendisi bir dönem ‘Tiryaki’ dergisini de çıkarmıştır, Nisim Behar’ın sadık öğrencilerindendir. Aşkenaz cemaati yönetim kurulu üyesidir. ESERLERİ: Yalnız Adam (Öyküler, 1973), Kısır Leke (Roman, 1975), Dr. Markus (Araştırma, 1990)”.
Oldukça zengin bir özgeçmiş değil mi? Yukarıda yazılanlara ben de katkıda bulunayım: Moşe Grosman, bildim bileli Aşkenaz Vakfı yönetim kurulu üyesidir. Fakat bu rutin bir yönetim kurulu üyeliği değildir. Gönülden bir bağdır onunkisi. Grosman Aşkenaz Vakfı Yönetim Kurulunun en aktif üyesidir, iyi biliyorum!
Şalom Gazetesinde yazıp çizmeye başladığım doksanlı yılların başlarında, soyadımdan ötürü Aşkenazlığım açığa çıkınca, çizidaşım İrvin Mandel ile birlikte kendimi Yüksekkaldırım Aşkenaz Vakfının Yönetim Kurulunun masasında oturur buldum. Schneidertempel Sanat Merkezinin kurulması ve ‘Yaşayan Aşkenaz Kültürü Projesi’ verimli bir sürecin sadece iki meyvesidir. İrvin’e de bana da pek yabancı bu ortamda kendimize en yakın bulduğumuz kişiyse, hiç şüphesiz o sıralarda süreli bir yayın olan Tiryaki Dergisini çıkaran yaşıtımız Moşe Grosman olmuştu. Üstelik kendisi kurulun bir hayli kıdemlisiydi. Fakat Grosman’ın ilginç bir yönü vardı: Muhalifti. Öyle böyle değil, her şeye muhalifti! Hangi konu, hangi fikir masaya getirilse mutlaka “şeytanın avukatlığını” yapardı. Dili sivriydi. Doğru bildiklerini söylerken sözcüklerini elekten geçirmediği için ortam gerilirdi. İşin tuhafı, nedeni olduğu yoğun tartışmaların sonucunda çoğunluğun görüşünü olgunlukla kabul eder, payına düşen görevi yerine getirmek için canla başla çalışırdı. Kimi zaman kendisine içten içe kızdıysam da, Grosman’ın tutumunu demokrasi adına sağlıklı, alınan kararlar açısından da yararlı bulduğumu itiraf etmeliyim.
Aradan yıllar geçti. İrvin’le ben sıramızı savdık, artık yönetim kurulunda değiliz. Fakat Moşe Grosman hâlâ masada. Pandemiden beri etrafta pek kimseler gözükmediğine göre acaba muhalefeti kendisine mi yapıyor diye düşünmeden edemiyorum! Bana kalsa çoktan başkanlığı hak etmişti. Fakat ne mümkün! Türkiye’de dokuz yıldır azınlık vakıflarının seçimleri yapılamıyor! Dikkat buyurunuz, yapılmıyor değil yapılamıyor diye yazdım, çünkü Vakıflar Genel Müdürlüğü Azınlık Vakıfları yönetmeliğinin seçimle ilgili maddelerini 2013 yılında iptal etti ve o günden bu yana yeni yönetmelik yayınlanmadı.
Sorunu sıklıkla dile getiren Agos Gazetesi, 18 Şubat tarihli nüshasında Antakya’daki azınlık vakıflarının yöneticilerine söz verdi. Bölgede Yahudi toplumundan genç nüfusun kalmadığını belirten Hatay Musevi Cemaat Vakfı Başkanı Şaul Cenudioğlu’nun şu cümleleri düşündürücü: “Bayağı azaldık. Bugün mevcut cemaat üyelerimizin yüzde 99’u 65 yaş üzeri. Hiçbirimiz bu dünyada kalıcı değiliz. 15 yıl sonra cemaat üyemiz kalmayacak. Bir zaman sonra ‘Böyle bir toplum vardı’ diyecekler.”
Ne yazıktır ki Aşkenazların gerçeği bundan çok farklı değil.
Türkiye’nin halen tek etnik Ermeni köyü olan Vakıflı Köyü’nün Ermeni Cemaati Başkanı Cem Çapar ise, “Yöneticiler olarak artık kendimizi tekrar eder duruma geldik” dedikten sonra daha vahim bir soruna değiniyor: “Mevcut yönetimler on yılı aşkın görevde olan yöneticilerden oluşuyor. (Değişen) yaşam koşullarına uyum sağlayabilmek ve cemaatlerin yaşam standartlarının sağlıklı devam edebilmesi için yönetimlere tazelik katmaya, yeni bakış açılarına ihtiyaç var. Ufukta belirli bir seçim tarihi olmadığı için yönetimde olmak isteyen, topluma gönül vermiş bahsettiğim taze bakış açısına sahip kişiler de görünür olamıyorlar. Ve biz bu nesli seçimlerden uzak tutarak kaybediyoruz.”
Cem Çapar’ın gözler önüne serdiği sorun net: Yönetimlere tazelik katmak ve yeni bakış açıları oluşturmak için genç neslin görünür olması şart. Yazının başında Moşe Grosman’ı örnek olarak andım, fakat kurumlarımızda çekirdekten yetişen salt Grosman değil elbet. Tanıdıklarım arasında Silvyo Ovadya, Yusuf Altıntaş, İzi Aşkaner, Moris Levi vb. gibi cemaatin önemli noktalarında on yıllardır gönül bağıyla emek verenleri rahatlıkla sayabilirim… ve adlarını anmadığım - deneyimli bir genç nesil yetişmezse sandalyeleri boş kalacak - daha nice değerli kişilerin olduğunu biliyorum. Tanrı uzun ömürler bahşetsin, fakat onlar yorulup “onursal” mevkiye ulaştıklarında yerlerini kimler alacak? Sakın olaki sandalyelerinin boş kalması bilinçli bir tercih olmasın?