Gençlik neden Doğu'ya değil de, Batı'ya yöneliyor?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 1 yorum Sesli Dinle
30 Mart 2022 Çarşamba

Twitter, kimi olumsuz etkileri olduğunu kabul etsek de aslında toplumun her kesiminin sesini özgürce yükseltebildiği ve en eğitimliden en eğitimsize kadar tamamen eşit şartlarda görüşlerini iletmesine izin verdiği, belki de tarihin en demokratik ortamı.

Twitter bir anlamda MÖ 5. yüzyılda Atina demokrasisinin kalbi Agora’nın işlevini görüyor. Tarihin en eski kamusal alanlarından biri olan Agora’da Atinalılar liyakatlerine bakmaksızın istedikleri sövlevi verir, demokratik bir ortamda karşılıklı fikir alışverişinde bulunup şehrin yönetimine bir anlamda mesajlar verirlerdi.

Agora’da insanların demokratik ortamda birbirlerini dinlerken kavga edip etmedikleri pek kayıtlarda geçmez ama Twitter, sanal bir ortam olduğundan insanların birbirlerine kolaylıkla hakaret ettiği, fikrini kabul ettirmek adına ağır sözler ve ithamlarla mesajlarını verdikleri yeni bir Agora versiyonu olarak tarihe geçmiş durumda.

Kimi fikirlerin azınlıkta da olsa seslerini defalarca ve yüksek sesle duyuranların sanki toplumun genelinin aynı şekilde düşündüğünü algılatan yanıltıcı bir platform da aynı zamanda, Twitter.

Bunun daha da vahimi ise, defalarca tekrarlanan yanlış hatta yalan bilgilerin, düşüncelerin yayılması sürecinde en önemli ve etkin araç olarak kullanılıyor olması.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeye başladığından itibaren Twitter’ın, anadan doğma Batı ve Amerikan karşıtı hesaplarının bu işgali meşrulaştırmak için sürekli vites yükseltmeleri, Twitter sayesinde toplumun bir kesiminin bu post-truth döneminde nasıl da algı yaratarak gerçekleri tersyüz etmenin gayreti içinde olduklarını en net bir şekilde gösteriyor.

İşgale ‘işgal’ denilemeyerek, üstelik yapılanı doğru ve sözde kışkırtmaların sonucu olduğu ileri sürülerek sanki söz konusu müdahalenin doğru olduğu algısının yaratılması, gerçekten ideolojik takıntılıların ve inandıklarına biat etmek adına görüşlerinden milim oynamayanların bulunduğu bir tiyatro sahnesine dönüştürmüş durumda Twitter’ı.

Türkiye’deki Batı karşıtlığı hem solda hem sağda hem de siyasal İslam’da Türkiye’nin kuruluşundan beri mevcut. Bunun anlaşılır nedenleri olmakla birlikte gösterilen alternatiflerin demokrasi ile alakası olmayan sistemlerle yönetiliyor olması Batı karşıtlarının alternatifsizlikten yolunu şaşırdığını da gösteriyor.

Atatürk’ün, Batı’nın sömürgeci ve ikiyüzlü olduğunu bildiği halde, kendi bireyi için en onurlu ve insanca yaşamı yarattığı ve kendi içinde özeleştirisini yapan yegane sosyal ve siyasi kültüre sahip olduğunu gördüğü için yüzünü, Batı’ya rağmen Batı’ya çevirdiği gerçeğini ne yapacaklar, kendilerine üstelik Atatürkçü etiketi koyanlar, bilinmez.

Salt içselleştirilmiş Batı karşıtlığından dolayı, binlerce çocuk ve kadın sivilin hayatlarını kaybetmesine, tarihi şehirlerin yerle bir edilmesine ve milyonlarca insanın evlerini, işlerini, okullarını ve ailelerini bırakıp yurt dışına kaçmak zorunda kalmasına neden olan topyekûn bir işgal nasıl kabul edilebilir, nasıl bir takım çarpıtılmış tarihi gerçeklere dayanarak meşru gösterilir, anlaşılır gibi değil. İnsan bir ideolojiye bu kadar mı biat eder, bu kadar mı gözleri kör olur?

Demokrasinin toplumlar için bugüne kadar icat edilmiş en sağlıklı yönetim biçimi olduğunu sağlıklı düşünen herkes kabul eder nihayetinde. Zira orada bireyin özgürlüğüne ve geleceğine önem verilir. Bireyin orada çeşitli sıkıntılara rağmen Nietzscheci bir tavırla hayatı olumlamaya bakmasına kimse karışmaz. O, yasalara uyduğu oranda tam özgürdür. Hayatı olumlamak hayatı doyasıya özgürce yaşamakla orantılı zira. Orada birey beğenmediği ülke yöneticilerini açıkça eleştirir, yaptığı yanlışları düzeltmesini yüksek sesle özgürce ve baskıdan uzak bir ortamda dile getirir. Onlara en fazla dört yıl dayanır ve sonra özgür iradesiyle seçimlerle alaşağı eder.

Diğer dünyada ise liderler neredeyse ömür boyu iktidarda kalmak için emrindekilerin yardımıyla her türlü yasayı yaratır. Oralarda eleştiri neredeyse hiç yoktur. Ve yapanın başına neler geldiği de bilinir, maalesef.

İşte böylesi bir dünya neden desteklenir, bireyin doğasına aykırı bir yönetim sistemi neden tercih edilir, pek anlaşılır tarafı olmasa da belki de bu, kimilerinin o ülke yöneticilerinin düşünce profiline tıpa tıp uymalarıyla açıklanabilir.

***

Stanford Üniversitesi’nin demokrasi uzmanı sayılan hocalarından Prof. Larry Daimond, son yazdığı ‘Demokrasiyi Rus öfkesinden ve Çin hırsından korumak ve Amerikan rehaveti’ kitabında şöyle der:

II. Dünya Savaşı'ndan bu yana dünya çapında demokrasinin evrimini birkaç aşamadan geçtiğini düşünün. Savaştan sonra, ABD ve Batılı müttefikleri inanılmaz bir ivmeye sahipti, bu nedenle demokrasi 1960'larda askeri ve idari darbeler dalgasının bir sonucu olarak dünya çapında, özellikle Afrika, Asya ve Latin Amerika'da yayılmaya başladı. Ancak 1970'lerin ortalarında Portekiz, İspanya ve Yunanistan'da diktatörlüklerin çöküşünden sonra başka bir demokrasi dalgası başladı. Demokrasi Asya'ya ve Tiananmen Meydanı'nda neredeyse Çin'e de yayıldı. Ardından 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması, Doğu ve Orta Avrupa'da ve Rusya'da başka bir demokrasi dalgasını serbest bıraktı.

Ama 2006'dan başlayarak, Ortadoğu'daki savaşlar ve 2008 mali krizi nedeniyle Amerika'nın zayıflamasıyla - ve Çin'in çarpıcı ekonomik yükselişiyle - demokrasi küresel bir durgunluğa girdi. Ve Çin ve Rusya, şu algıyı başarıyla yaydı: 'Demokrasiler zayıf, ahlaki ve politik olarak çöküyor. Başarısız oldular. Gelecek, otoriterliktedir’…”

Vahşi kapitalizmin, büyümeyen pastadan zenginlerin daha çok pay almasına ve orta sınıfların ezilmeye başlamasına neden olan sonuçlarından dolayı demokrasilerde baş gösteren huzursuzluğun yerini otoriter sistemlerin alması özgürlüğe vurulacak son darbe olmalı. Batı, yanlışlarını düzeltecek dinamiklerini bir an evvel hayata geçirmediği sürece otoriterliğin dünya çapında zemin kazanacağını söylemek pek de mümkün.

***

Türkiye’de ise mart ayında Türkiye Raporu adlı araştırma kuruluşunun yaptığı bir çalışmaya göre önümüzdeki on yılda Türkiye’nin dış politikada hangi ülkeye yakın olması gerektiği sorusuna toplumun yüzde 52’si Avrupa Birliği’ni, yüzde 12’si ABD’yi, yüzde 19’u Arap ve Körfez ülkelerini, yüzde 10’u Rusya’yı ve yüzde 7si’i Çin’i işaret etmiş.

Bu sonuçların doğru olduğuna inanmak isterim. Zira toplumun ve siyasetin farklı bölümlerindeki azgın Batı karşıtlarının topluma Atatürk’ün gösterdiği istikametin tersini göstermesinin etkileri çok fazla görünüyor.

Buna rağmen suskun ve makulü hayatının olmazsa olmazı yapmış büyük yığınların bunlardan en az etkilenip, insana en uygun yönetim sistemine ve bunun uygulandığı dünyalara kafalarını çevirdiğini tahmin etmek çok da zor olmasa gerek. Twiter’da bu kesim az konuşuyor ama tam konuşuyor.

Sahi, Anadolu’nun her tarafından gençlerin Avrupa’ya ve Batı’daki okyanus ötesi diyarlara göç etmek için can attıkları gerçeğini ne yapacağız?

Malum çevreler sormazlar mı, bu gençlik neden Doğu’ya değil de Batı’ya yöneliyor, diye?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün