Ülkemizdeki akademisyenler
Ülkemizdeki akademisyenler, İsrail ve Yahudi konularına ilişkin olumlu şeyler yazmak istediklerinde genellikle her nedense usulen önce bunlara vurmayı, sonra da çekingence, söylemek istediklerini yuvarlak laflarla ifade etmeyi tercih etmekte. Bu tutumlarının muhtelif sebepleri olduğunu düşünüyorum:
1- Mensubu olmaya öykündükleri veya oldukları ‘mahalle’ ile ters düşüp oradan dışlanmaktan ürkmeleri
2- Yahudilerin ve/veya İsrail’in avukatı görüntüsü vermekten çekinmeleri
3- Devlet siyasetiyle ters düşerek üniversitelerdeki konumlarını ve dolayısıyla geçim imkânlarından mahrum kalmayı göze alamamaları
Diren Çakmak
Doç.Dr. Diren Çakmak’ın 21. Yüzyılda Antisemitizm ile Hesaplaşma başlıklı kitabı bu önyargılarımla hiç uyuşmuyor. Kaideyi bozmayan bir istisna desem yeridir.
Diren Çakmak, rüzgârın istediği gibi yatırdığı başaklara inat, doğru bildiği hususlarda ismi gibi direnen, konuya ilişkin tavrını, kullandığı terminoloji ve söylem konusundaki taviz vermez tutumunu kitabın en başından itibaren koyan ve sonuna kadar koruyan biri. Kendisi bu açıdan çok farklı bir ligde ve takdire şayan.
Çakmak, Türkiye’nin büyük bir antisemitizm sorunu olduğunu düşündüğü için kitabının önsözünde kimlik bileşenlerini okurlarıyla paylaşmayı uygun bulmuş:
“Türk’üm, Sünni’yim ve Hanefiyim. Mason değilim. Sabetaycı değilim. Beyaz Türk değilim. …Tahakkümsüzlük olarak özgürlüğü savunan bir Cumhuriyetçiyim…”
İthamlar ve kavramlar
Yahudilere genelde yöneltilen ‘çifte sadakat’ ithamlarına ilişkin ilginç tespitleri var. Modern İsrail Devleti’nin aynı zamanda hem demokratik hem de Yahudi halkının ulus devleti olmasını incelerken, ‘dinî kimlik’, ‘millî kimlik’, ‘etnik kimlik’, ‘kültürel kimlik’ hususlarını ve bunların arasındaki fark ve etkileşimleri de çok iyi irdeliyor.
Yahudi aleyhtarlığı/karşıtlığı yani antisemitizm konusunu, kavramın zaman içinde geçirdiği değişiklikler ve bu olgunun bazen de farkında olmadığımız değişik türleriyle tanıştırıyor okurlarını. Dahası, yukarıdaki tanımı, ‘karşıtlık’ın toplumumuzda bir ‘tercih’ gibi algılandığını düşündüğünden, konuya ‘damardan’ girip söz konusu olguyu yekten ‘Yahudi düşmanlığı’ olarak tanımlıyor.
Bu kitabı niye okumalı?
Kitap kaynakça ve öğretici dipnotları açısından çok zengin. Kitapta, Cumhuriyet öncesi yakın tarihimizde Yahudilere ilişkin meydana gelen olaylar, Yahudiler için Yahudi devletinin önemi, İsrail Devleti’nin var olma mücadelesi, İsrail’in terörle imtihanı ve gerek ülkemizdeki gerekse yakın coğrafyasındaki antisemitizmin çeşitli soykırımcı ve devlet kırımcı tezahürleri detayıyla işlenmekte. Daha da önemlisi, ulusal menfaatimiz ve vicdan terazimizin sağlıklı işleyebilmesi için ülkemizde bu olguyla mücadele etmenin niye ertelenmemesi gerektiğini örnekler vererek izah ediyor.
Okuru rahatsız etme pahasına şöyle bir uyarı yapıyor: “Antisemitizm ağız kokusu gibidir. Birey, kendindeki antisemitizmi fark etmeyebilir. Dolayısıyla, antisemitizm konusunda bilinçlenme sürecinde uzman kuruluşların rehberliğinden faydalanmaktan kaçınmamak gerekir.”
Bu konudaki bilgilerini doğrulamak, tazelemek ve yeni şeyler öğrenmek isteyen okurlar için, gerçekleri oldukları gibi yansıtan, açıklayan bu kitabı okumak ilginç bir deneyim olacak.