14 Mart 1827’de Osmanlı Padişahı II. Mahmud’un kurduğu Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire ile başlayan bir gelenek günümüzde Tıp Bayramı olarak kutlanır. 1919 yıllarında işgal altındaki İstanbul’da harekete geçen Tıbbiyeliler, tepkilerini yine 14 Mart tarihinde düzenledikleri yürüyüşlerle göstermiş. Ancak II. Mahmud’un bu okulu kurmasından aşağı yukarı 500 yıl kadar önce, Kanuni Sultan Selim’in emrinde ve himayesinde Yahudi bir doktor olan Moses Hamon, Osmanlı Sarayında hekim olarak çalışmaktaydı. Gerek sarayda gerekse halk arasında ve kendi cemaatinde itibarı çok yüksekti; saygın bir kişiliği vardı. Bir Seferad Yahudi’si olan Hamon, 1490’da İspanya’da doğdu. Babası Josef Hamon’la birlikte daha sonra, malum ferman ile Osmanlı topraklarına geldiler.
Altın çocuk olarak da tanımlanabilecek olan Hamon’un bilgiye olan açlığı, merakı ve birden fazla dili akıcılıkla konuşabilmesi onu, çok genç yaşından itibaren itibarlı bir konuma yükseltmiş ve padişahın hekimi olarak görevlendirilmesine olanak sağlamıştı. Değerli araştırmacı Naim Güleryüz’ün aktardığına göre Hamon veya İspanyolca telaffuz edilişine göre Amon Ailesinin Osmanlı’daki ün yapan bireylerinin ismi, İshak Hamon, Josef Hamon, bizim bu yazımızın kahramanı olan Moses veya Moşe Hamon, oğul İshak Hamon ve torun Josef Hamon’dur. İshak Hamon, Yahudilerin İspanya’dan ayrılması ile İstanbul’a yerleşir ve kısa zamanda buraya uyum sağlar. Josef Hamon ise ilk olarak II. Bayezid’in, sonra da Yavuz Sultan Selim’in özel hekimi olur. Padişahların çıktığı her sefere Sultan’ın yanında katılır. 1518’deki seferden dönerken Şam’da hastalanır ve 68 yaşında ölür.
Babası gibi hekim olan Moşe Hamon, çok küçük yaşından beri saray hastanesi ve eczanesiyle iç içedir. Babasının ölümünü takiben Yavuz Sultan Selim’in ve daha sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın özel hekimi olur. Kanuni’nin emriyle 1526’da Macaristan’ın sağlık teşkilatını kurmakla görevlendirilir. Güleryüz, Moşe Hamon’un 1526 - 1551 yılları arasında Osmanlı Nakşî yazısı ile Türkçe yazdığı ve Kanuni’ye ithaf ettiği eserinin Arapça olan giriş bölümünde, diş hastalıklarını ve ameliyatlarını en ince ayrıntılarına kadar anlattığını ve dünya üzerinde bulunan dört değerli kitaptan biri olan bu eserin halen İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü kütüphanesinde bulunduğunu belirtmektedir. En büyük dededen başlayarak sarayda iyi ve güvenilir bir yer elde edinen Hamon Ailesinde Josef ve oğlu Moşe, ayrıca kurdukları iyi ilişkiler ve diplomatlık mesleği ile de sarayın gözdeleri olmuşlardı. Daha sonra bu gelenek ve itibar torunları tarafından da devam ettirilmişti.
Bu süreç zarfında tarihsel kayıtlarda yer alan, ancak Hamon Ailesi için olup olmadığı belirsiz bir fermandan da söz edilmektedir. Evlad-ı Musa, yani Musa’nın Çocukları isimli ferman, söz konusu Yahudi ailenin devlete hizmetlerinin bir ödülü olarak bütün vergilerden muaf tutulmasını emreder. Ancak aynı kaynakta bu fermanın Fatih Sultan Mehmet’in Portekiz kökenli Ribi Moşe Hamon’u özel hekimi olarak seçtiği ve Evlad-ı Musa namı ile anılan Ribi Moşe’nin kendisinin, ailesinin ve gelecekteki tüm sülalesinin vergilerden muaf tutulmasını buyurduğu belirtilirken, bir başka bölümde Moses Hamon için verilen bir fermandan bahseder. Bu fermana göre, Moses Hamon olmak üzere Hamon Ailesinin üyeleri vergilerden muaf sayılacak ve kendilerine gösterilecek saygıda kusur edilmeyecektir.
Düzen bozuculuğu engelleme, hakkı gasp etme gibi olumsuz olayların dışında bazı tarihçiler bu tarz fermanların gayrimüslimler için çok nadir verildiğini yazmaktadır. Kim için olursa olsun Evlad-ı Musa, Osmanlı içerisinde çağdaşlarının aksine antisemit faaliyetlerin yer almadığını gösteren ince bir ayrıntı olarak da değerlendirilebilir. Osmanlı’da Hamon Ailesinden başlayarak birçok Yahudi hekim toplumun çok güvendiği ve itibarlı kişiler olarak tarihte yerlerini almıştı.