Hayatta bazı durumlara yol vermek, olup biten bazı şeylere göz yummak ya da her şeyden önemlisi, herkesi olduğu gibi kabul etmek türünden rahat ve kolay yaklaşımlarla yaşamı daha yaşanır hale getiriyor hiç şüphesiz...
Mayıs ayının üçünde, elli bir yaşında olacağım. Hâlâ öğrendiğimi söyleyemem bütün bunları gerçekleştirmeyi... Her şey, bütün hayat benim kontörlümdeymiş gibi koştura koştura yaşamaya o kadar alışmışım ki kontrolü elden bırakmak zorunda kaldığımda rahatsız oluyorum.
Daha doğrusu oluyor-dum.
Aşılardan sonra sağlığım alt üst olduğunda hayatın kontrolünü ister istemez bir tarafa bıraktım. Daha doğrusu bir müddet bırakamadım da sonunda bırakmak zorunda kaldım. Her şeyi ama her ayrıntıyı kontrol altında tutacağımı zanneden ben kendi yürüyüşümü bile kontrol edemez hale geldim bir ara…
Değişen düzenler, sağlığı koruma zorunluluğu, önceliği değişen sıralamalar arasında bocalayıp durdum bir süre. Okulum, evim, eşim, annem, çocuğum… sınavlarım vardı hazırlanacak, okunacak, notları e-okula girilecek, öğrencilerim vardı sınava hazırlanacak, eksikleri saptanacak, yardım ettiğim öğrenciler vardı, takibi yapılacak; annem vardı, ilerlemiş yaşının ona getirdikleri ve ondan götürdükleri sevgiyle takip edilecek ve tabii küçük bir kızım vardı annesine ihtiyaç duyan, büyüyen ve her geçen gün bana olan ihtiyacı, bağlılığı, sevgisi kat kat artan…
Hepsine yetişmeye çalışırken aslında hiçbirine tam olarak yetişemediğimi düşündüğüm koca bir kış geçti. Yavaş yavaş yoluna girdi hayat… Doktorla haftada üç gün çalışmaya başladıktan sonra kaslarımın yavaş yavaş ama kararlı bir biçimde eski haline geldiğini görmeye başladım. Bir adımı normal bir şekilde atmanın bir insan için ne büyük lüks, bir basamağı korkmadan inebilmenin nasıl bir mucize, pantolonumu bir yere tutunmak zorunda kalmadan giymenin ne büyük bir lüks olduğunu yeniden fark ettiğim an düşünmeye başladım.
Biraz da bırakmak lazımdı sanki hayatı kendi yoluna…
Biraz daha çok bakmam lazımdı aynadaki yansımama…
Biraz daha yavaş, biraz daha sakin, biraz daha koşturmacasız, biraz daha seyrederek bakmam lazımdı hayata… Durdum. Sakinleştim, yavaşladım.
Ben yavaşlayınca günler uzadı yeniden…
Daha çok kitap okumaya başladım. Daha nitelikli yazılar yazmaya, kendime daha çok zaman ayırmaya başladım.
Nazım’ın dediğini belki de ilk defa anladım: “Yaşamak şakaya gelmez.”
Gelmiyormuş sahiden…
Çünkü tek, çünkü biricik… Belki yeniden dünyaya gelmek vardır ama oraları hiç kurcalamadan bu hayatın bizim için tasarlanmış, bizim seçimlerimizle bezenmiş nefis bir armağan olduğuna inanarak yaşamak nasıl güzelmiş, yeni yeni anladım.
Attığım, daha doğrusu atamadığım her adımın ardından bana ne olduğunu belki binlerce kez soran herkese aynı anlayış, aynı sabırla defalarca açıklama yaparak yeni güne başlamak o kadar yorucuydu ki…
Beni gerçekten sevdikleri, gerçekten merak ettikleri, iyileşmemi gerçekten çok istedikleri içindi bütün bu yaşadığım, hayata kocaman topuklarla merhaba demiş genç bir kadının düz yolda yürüyemez hale gelmesi, en az benim kadar çevremdekileri de düşündürmüş, üzmüş ve meraklandırmıştı. Öyle bir durumdu ki bu attığım her adımın bir diğerinden daha farklı olması için kendimi zorladığımı ve yorduğumu gördüğüm zamanlar oldu.
Ta ki Nermin bir gün bana hayatımın dersini verene kadar…
Yine böyle kendimi zorlamam gerektiğini fark ettiğim bir anda ona dönerek: “Nermin’ciğim, ben galiba babanla sana eşlik edemeyeceğim. Biraz dinlenmem lazım” dedim.
Bana anlamlı anlamlı bakarak şöyle dedi: Anne, şuyaya otuyuysun bitti, gitti!
“Şuraya oturursun; bitti, gitti!”
Bu kadar basitti aslında!
Küçücük çocuk, bir anda gözümü açmıştı!
Zor olduğuna inanırsan zor; kolay dersen kolaydı hayat.
Tam da onun dediği gibi biter giderdi mevcut sorunlar, kısa ve kolay çözümlerle…
Ben de yeni bir bakış, yeni bir duruşla; bazı ayrıntıları alıp bazı ayrıntıları ne kadar değerli olsa da bazılarına gönüllü bir şekilde veda ederek hayata Tülay’ı merkeze koyarak bakmaya karar verdim.
Karar verince gerçekten de bitti, gitti.
Daha dürüst, daha samimi, daha kolay oldu hayat... Önce kendime, sonra çevremdekilere…
Hayatı bir başka şairin önerisine göre de yaşayabilir insan, ucundan tutarak…
Ben yapamıyorum.
Sıkı sıkı tutunca da hiçbir yerinden bırakamıyorum.
Galiba ortada bir yerlerde buluşmak lazım onunla. Odan asla vazgeçmeden ama ne getiriyorsa başımın üstünde yerin var, diyerek.
Bitti, gitti!