Tarafsız kalmanın ağır yükü

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı Sesli Dinle
27 Nisan 2022 Çarşamba

Bu ülkede Ortadoğu’daki olayları tarafsız olarak izlemeye ve yorumlamaya kalkışan bir Türk Yahudi’si olmak zordur. İsrail ve Filistin’de gerçekleşen olayları neden sonuç ilişkileriyle yorumladığınızda veya olumsuz gelişmeleri, çatışmaları hatta savaşları, başlama nedenleri dahil, tüm yanlarıyla objektif olarak değerlendirdiğinizde, kimileri size en hafifinden, anlamını dahi pek bilmedikleri, bilmek bile istemedikleri, ‘Siyonist’ etiketini yapıştırıyorlar. Bunun ötesindeki konulan nefret söylemi etiketlerinden bahsetmek bile acı verici.

Türkiye’de kendini merkeze koymuş ulusal gazetelerin haberlerinde bile İsrail’de vuku bulan olumsuz olaylar içselleştirilmiş kimi şablon sıfatları ile verilir. Tek taraflı verilir. Olayların başlama nedenleri ise sadece çok az gazete ve haber portallarında satır aralarında konulmaya çalışılır. Bunun dışında her türlü dezenformasyon ve manipülasyonları bulursunuz. Arada kimi tarafsız gazeteci ve makale yazarları çıkar da mesele tarafsızca yorumlanır ama onların da akabinde ‘Siyonist’ etiketi almaları da pek muhtemel olur…

Evet, bu dünyada devletlerin hiçbiri masum değil. İsrail de masumiyetin yitirilmesinden payını almıştır pek tabii ki. Savaşlarda, çatışmalarda masumiyetini korumak, hayatta kalma mücadelesi için yanlış bir tutum olarak kabul edilir, tüm insanlık tarihindeki savaşlarda oldu gibi.

Lakin, tarafsız ve iyi niyetle hakikati arayan bir göz olmadığı ve masumiyetsizlik sadece bir tarafa yapıştırıldığı zaman hakikat dışardaki için Kaf Dağı’nın ötesinde kalmış oluyor.

Son Mescid-i Aksa olaylarında tarafların ne kadar yanlış yaptığını tüm yabancı haber ajansları sadece gelişen olaylara, haberlere yaslanarak anlatıyorlar. Filistinli grupların taşkınlıklarını, İsrail polisinin kimi zaman orantısız güç kullandığını tüm açıklığıyla veriyor.

Bizde ise, örneğin kimi radikal Filistinli grupların Mescid-i Aksa’da dua etmek, namaz kılmak isteyen mütedeyyin ve kendi halinde yaşayan inançlı Müslümanları engelledikleri bile yazılmıyor. Yazılırsa kurguları zarar görecek ve kimi tarafsız kesimlerde, ‘acaba?’ soruları mı yükselecek diye mi böyle yapılıyor, bilinmiyor.

Neyse ki, Türkiye’deki iktidar sahipleri en doğrusunu yaparak artık İsrailli yetkililerle direkt temasta olup hem onların gerçeklerini dinliyorlar, hem de İsrail’in neleri yanlış yaptığını yüzlerine söylüyor. Bu durum, öncesi olmayan ve hakikatin ortaya konulması bağlamında barışa ve zor da olsa, bölgedeki tüm toplumların özgürce ve kavga etmeden yaşayabilecekleri bir ortamın hazırlanmasına yardımcı olacak bir gelişme olarak tarihin kayıtlarına girmiş oluyor.

Tek dileğim bu tür doğrudan ve samimi görüşmelerin devam etmesi.

Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun mayıs ayında Filistin ve İsrail’e yapacağı resmi ziyaretler bu bağlamda çok önemli.

Siyasi alan, barışa karşı olanlara değil, barışın peşinde olanlara bırakılmalı.

***

Fransa’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini, beş sene öncesine göre oylarını bir hayli kaybetmesine rağmen Emmanuel Macron’un kazanması radikal sağa karşı alınmış bir galibiyet olmakla birlikte Avrupa Birliği’nin, karşılaşabileceği yapısal sorunlara karşı beş yıl daha rahat nefes almasını da sağlamış oldu. Avrupa Birliği’ne karşı olan Marine Le Pen’in oylarını önceki seçimlere göre 8 puan artırması, hem babasının radikal söylemlerini bir nebze yumuşatması hem de özellikle orta sınıfları vuran küresel ekonomik koşulların yarattığı öfkenin Macron hükümetine faturalanması ile açıklanabilir.

Neoliberalizmin azdırdığı kapitalist ekonomi, zengini daha zengin yaparken, artmayan pastadan daha az pay almaya başlayan orta ve yoksul sınıfların öfkesini iyi kullanan popülist ve aşırı sağcı liderler sorunlara çözüm üretmekten daha çok, halkın yaralarını kullanarak iktidara gelmenin ve hayalini kurdukları kapalı, muhafazakar, ayırımcı ve ırkçı politikalarını hayata geçirmenin peşine düşmüş durumdular.

Sosyal adalete inanmış siyasiler ve özellikle ekonomistler, ekonomik sistemde radikal değişimler ve dönüşümler yapılmadığı sürece aşırı sağın iktidara gelmesinin yakın vadede bile mümkün olacağını söylemekten dillerinde tüy bitmiş dudumda. Lakin bu dönüşümü başlatabilecek ve yığınları bir nebze rahatlatacak radikal kararları alacak siyasiler, karşılarındaki devasa kapitalist sistemin adeta bir Leviathan’a dönüşmüş cüssesi ve karakteri karşısında pek de harekete geçecekleri gücü kendilerinde bulamıyorlar.

Merkez sağı ve liberal kültürü temsil eden Macron’dan bu değişimi beklemek pek gerçekçi değil ancak birileri bir girişimde bulunmazsa, gelecekteki Batı dünyasını otokratik yönetimler bekleyecek. Sistemden dolayı ezilen halkları yönetmek demokratik ortamda pek mümkün olamayacağından yeni sistemin en önemli iki ayağını otoritelik ve içe kapanma oluşturacak….

Aydınlanmanın coğrafyasına sahip Avrupa’yı zor günler bekliyor.

Demokrasi giderek tehlikeli sulara doğru yol alırken, hallerinden memnun, duyarsız ve varlıklı yığınların bu yeni karanlık dönemden etkilenmemeleri mümkün olmayacak.

Bu nedenle herkesin, sürekli çalmaya başlayan alarm ziline ses vermesinin zamanı gelmedi mi?

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün