Yahudi toplumu olarak çooook uzun zaman olumsuz stereotiplemelerden çektik, çekiyoruz.
Shakespeare de sağ olsun, sadece Romeo ve Jülyet’i değil, Venedik Taciri’nden süregeldiği tahmin edilen karga burunlu, kötü bakışlı, ellerini ovuşturan Yahudi tüccar tiplemesini de bizlere miras bırakmış. Bu garip stereotip, yıllardır antisemitizmle kol kola girmiş, bir türlü peşimizi bırakmaz biliyorsunuz.
İlginçtir, stereotiplerden bu kadar çekmiş bir toplumdan çıkan ünlü Yahudi mizahçılar, herkese ters köşe yapmış “Çekilin, stereotip öyle yapılmaz, böyle yapılır!” diyerek kendi Yahudi stereotiplerini yaratıp, eserlerinde bolca kullanmış.
Bunlardan en meşhuru Yahudi anne tiplemesidir. Yahudi mizahının ayrılmaz parçası olan Yahudi anne, özelikle Amerikan sinemasının mizahi unsurlarından biri oldu. Yahudi anne karakteri, gerektiğinden fazla açık sözlüdür, duygusal olarak son derece manipülatiftir ve çocuklarının yaşamlarına yetişkin olduktan sonra bile müdahale eder. Filmlerde genelde Yidiş aksanlı konuşur, çocukları hakkında konuşurken ya şikayet eder ya övünür, ortası yoktur. Çocuklarından “Oğlum doktor olan ya da kızım beni hiç aramayan…” şeklinde bahseder.
Çocuklarının hayatta tek bir seçeneği vardır: Erkekler için iyi bir okulda okumak (ne kadar tahsilli olursa olsun) kızlar için ise iyi bir Yahudi çocukla, hatta iyi bir Aşkenaz Yahudi’si çocukla hatta ve hatta iyi bir Aşkenaz Yahudi’si doktor çocukla evlenmek.
Yine erkek evlat da eve, ailenin huzuruna düzgün bir Yahudi kız getirmelidir. Maalesef beklenen ideal gelin adayı eve bir türlü gelmez. Gelin adayı kızımız ne kadar iyi olursa olsun Yahudi anne için “Yeterince iyi değildir.” Her şeyden de önemlisi, çocuklardan hayatları boyunca hep hep bir şey talep edilecektir: Torun.
Bunu neden anlattım? İlk başlarda fark etmedim ama korkulanın başıma geldiğini hissediyordum.
Üç yaşında bir kız çocuğu annesi olarak, dalga geçtiğim ve eleştirdiğim Woody Allen filmlerindeki Yahudi anne tiplemesine dönüşmeye başladığımı hissediyordum.
Başta kızıma meslekleri öğretirken, özellikle doktor ve avukatlık mesleklerini itelediğimi fark ettim. Üçüncü bir seçenek daha vardı, haham olması ki kız olduğu için bu seçenek otomatik olarak kalkıyordu.
“Yok!” dedim, “Tesadüftür olamaz.” Sonuçta dönüşümüm için çok erkendi.
En azından üç yaşımda kızıma, hayatına ve kendi tercihlerine saygılı bir anne olarak evlilik konusunu açmıyordum.
Sonrasında kızımdan, kreşte evcilik oynarken bir sınıf arkadaşından evlenme teklifi aldığını öğrendim. Haberi aldığımda, teklifi eden sınıf arkadaşının anne babasının ismi, soyadı, meslek bilgilerine çoktan vakıf olduğumu fark ettim. Bütün adayları çoktan beyimin köşesindeki mikroişlemciye kaydetmiştim. İnanılmaz hızlı çalışıyordum. Birkaç gün sonra kızımı almaya gittiğimde kreş önünde evlilik teklifi eden dünya tatlısı çocukla karşılaştım. Annesinin elini tutan damat adayına “Yüzük nerde yüzükkkk?!” diye kendimce şakalar yapıp gülerken, çocukcağız başına ne geldiğinden habersiz annesinin arkasına saklanarak şöyle dedi: “Annemle bugün yüzük almaya alışverişe gidicez!”
Bir gün yine bir kız arkadaşımla buluşmuş, çocuklarımızı oynarken izlerken aramızda sohbet ediyorduk. Onun erkek çocuğu, benim ise kızım vardı. Sohbet ederken nedense bir anda ortamda sessizlik oldu. Vahşi Batı’da kasaba meydanında düello hazırlığındaki iki kovboy gibi birbirimize bakıyorduk, gözlerimizi kıstık ve aynı anda şöyle bağırdık:
- Mavi!
- Kırmızı!
Bunlar, gelin ve damat anneleri olarak düğünde giyeceğimiz döpiyeslerin renkleriydi. Şimdiden renkler konusunda anlaşılmıştık ki tatsızlık çıkmasın.
Dönüşüyor muydum? En azından her şeyi, her olayı kendime bağlayıp kendimi merkezine koymuyordum. Kızım arabada arkada koltuğunda oturmuş, “Parka gitmek istiyorum” diye ağlamaya başladığında ben de “Ben de Maldivlere tatile gitmek istiyorum ama gidemiyorum. Orayı hiç görmedim, bak ben ağlıyor muyum?” diye cevap verirken kendimi yakaladım. Kızımın ağlaması durmuştu; tam olarak ne dediğimi anlamaya, alakayı kurmaya çalışıyordu. Dönüşümüm kaçınılmazdı.
Kızımın seçimlerine saygılı bir anneydim. Ama arabada sırf daha fazla Baby Shark dinlememek için kendi müziklerimi açıp, “Bu şarkıyı anneannen söylüyor, bak bunu deden, bunu ben söylüyorum” diye dinlettiğimi fark ettim. Daha fenası, kızımı ünlü İngiliz popçu Harry Styles’la düet yaptığına ikna ettim ki son çıkan şarkısını arabada rahatça dinleyebileyim. Ne zaman şarkıyı açsam “A anne ne güze söylüyorum” diyor ve kendi söylediğine inandığı İngilizce şarkı sözlerine kendisinin neden eşlik edemediğini düşünüyordu. Bu da kızımın Maldivler mevzusu gibi anlamlandıramadığı konulara eklenmişti.
Birlikte oyuncakçıya gittiğimizde kızım “Her şey çok pahalı!” diye söylenip, beni kolumdan tutup zorla dışarı çıkardığında dönüşümün bu kadar hızlı olacağını ben de tahmin etmemiştim.
Geçtiğimiz Anneler Gününde, kızımın parkta oynamasını izlerken 40 yaşında anne olmuş biri olarak, ileride torun görebilecek miyim, ömrüm yetecek mi hesapları yaparken kendimi suçüstü yakaladım.
Yahudi anne tiplemesi sinir bozucu olabilirdi ama benim dönüşümüm daha sinir bozucuydu. Kendimi durduramıyordum.
En son SSK’dan indirimli aldığım göz büyüten astigmat gözlüklerimle araba aynasında bakarken kendimi incelemeye başladım. Üzerimde çiçekli bir elbise, kulağımda inci küpeler ve astigmat gözlüklerim vardı, aynada Woody Allen’ın New York Stories (New York Üçlemesi) filminde sihirbazın yok edip geri getiremediği ve aniden gökyüzünde beliren annesi Mae Questel dikiz aynasında bana bakıyordu.