Berlin’e giren Sovyet ordularına karşı artık yapacak bir şey olmadığına kani olan Hitler, nisan ayının otuzuncu günü, bir süredir zoraki bir şekilde mesken edindiği başkanlık sığınağında, yeni evlendiği eşi Eva Braun ile intihar ettiğinde Avrupa’nın acıya mahkum edilmiş yazgısı kırılıyor, yaşlı kıtanın tarihinde yeni bir sayfa açılıyordu.
O sayfaya ve ondan sonra gelenlere yazılanlar, II. Dünya Savaşından yeteri kadar ders alınmadığını haykırıyor kulaklara. O zamanların müttefiklerinin, savaşın ardından, dünyayı nüfuz bölgelerine bölmek adına attıkları adımlar bugün gelinen noktada bunu kanıtlıyor adeta.
Savaşı kimler kazanmıştı? Ve kimler kaybetmişti?
Çok hoşuma giden bir deyiş var. Aslında adını anımsayamadığım bir fütüriste ait bir söz: “Tarih geriye doğru okunur, hayat ileriye doğru yaşanır…” demişti katıldığım konuşmasında.
Sovyetler, Hitler ordularını Haziran 1941’de sınırı aşırtıp, savaşın hemen öncesinde imza altına aldıkları saldırmazlık paktını tek taraflı olarak yırtıp attıktan sonra, Almanya ile ateşkes masasına oturdukları 9 Mayıs 1945’e dek, birliği oluşturan tüm halklardan yirmi milyondan fazla kayıp verir. Moskova ve Stalingrad savunmalarıyla başlayan karşı saldırılarılar sonucu kendilerini Berlin kapılarında bulduklarında, can düşmanlarını dize getirdiklerinin farkındadırlar. İntikam o dönemde Mareşal Zukov’un ordusunu en çok motive eden duygudur…
Nitekim kimi tarihçiye göre, savaşta ölen milyonların intikamı Stalin ve askerleri tarafından alınmıştır. İş Amerikalılara kalmış olsa, durumun böyle olmayabileceğinden sıkça söz edilir… Birçok Nazi ileri geleninin batıya, Amerikan kontrolü altındaki bölgeye doğru kaçtıklarını, Alman halkından onları takip edebileceklerin de ilk fırsatta bunu yaptıklarını yazmış o günleri irdeleyen araştırmacılar. Sovyetlerin eline geçmek işkence, tecavüz, ölüm demekti… Ve rüzgâr eken fırtına biçiyordu…
Tabii ABD savaşa girmese, Avrupa’ya askeri ve insani yardımda bulunmasa, ciddi bir ordu gücü ile Britanya ve Fransa’nın yanında Hitler ordularına, Nazi ırkçılığına karşı durmasa, Sovyetleri maddi olarak desteklemese, bu savaş kazanılabilir miydi? Bunu kestirmek kolay değil.
Britanya Başbakanı Churchill’in Başkan Roosvelt’i ikna etmek için çok çaba gösterdiği ancak bunu bir türlü başaramadığı, Başkan’ın inadını kıramadığı kendi anılarında yazıyor. Gelin görün ki, Japonya’nın emperyalist emeller besleyen devlet yapısının, Hitler’in peşine takılıp Aralık 1941’de Pearl Habor’daki Amerikan Pasifik Donanmasını neredeyse tamamen tahrip etmesiyle işler değişir. Belki de Berlin’in dize getirilmesinde Tokyo’nun dile getirilmeyen payı vardı…
Avrupa’da Hitler’e karşı görülen savaş beş benzemez tarafından yürütülen bir can mücadelesidir. Dünyanın anahtarını elinden kaçıran Britanya savaşı kazanmış mıdır? Paris’i Alman güçlerine yüzyıl içinde ikinci kez kaptıran Fransa için galip geldi demek ne kadar doğru olur? Veya Moskova, “Savaşı benim sayemde kazandılar” dese – ki Putin’de son dönemde görülen hava budur! – ne kadar doğru söylemiş olur? Savaş sonrası Avrupa’nın doğusunu etki alanı altında tutan Sovyet aygıtını var eden Rusya’nın bu nüfuzundan vazgeçmesi, kendi nezdinde, bir geri çekiliş, Amerikan emperyalizmine bir kaybediştir. Burada yaşayan halkların beklentileri bir varsayımdan öteye gidemez.
Müttefikler, Almanya’ya diz çöktürme konusunda anlaşmış, ondan öte aralarındaki tüm kavgayı sonraya havale etmişlerdi. Stalin’in, 1938-39 yıllarında Britanya ve Fransa nezdinde, Hitler’e karşı aradığı desteği bulamamasını sindirmesi kolay değildi. Tıpkı Weimar Cumhuriyeti ve Hitler’in III. Reich’ı gibi, Britanya ve Fransa da, Moskova kaynaklı Bolşevik devrim ihracından korkuyorlar, saldırgan olduğundan emin oldukları Stalin’e karşı temkinli duruyorlardı.
O günlerde Nazilere karşı topraklarını savunan – bu aşamada Rusya demek daha doğru olacak – şimdilerde, bu kez, Stalinvari saldırılarını Başkan Putin’in haksız gerekçeleri için gerçekleştiriyor. Bunu yaparken, yakıyor, yıkıyor, tecavüz ediyor, öldürüyor, taşı taş üzerinde bırakmıyor.
Ve nihayetinde işi Yahudi konusuna getirmekte bir beis görmüyor. Altı milyon Yahudi’nin imhasına yol veren Hitler’i Yahudi ilan edip, Ukrayna’nın seçilmiş Başkanı Zelenski’nin Yahudi kimliğine atıfta bulunarak, Nazi rejimi ile kurbanları arasında hayali bir ilişki kurmaya çalışıyor. Gerçi Putin, dışişleri bakanı Lavrov’un bu teorisinden dolayı İsrail’den özür dilemiş, ama ne fayda?
Moskova’nın kafasının karışık olduğu kesin. Bu satırları kaleme aldığımda henüz Kızıl Meydan’da ne 9 Mayıs törenleri yapılmış ne de Putin kendisinden heyecan ve tedirginlikle beklenen konuşmasını gerçekleştirmişti. Bakalım Rusya’nın uluslararası prestijinin yerle bir olduğu bu dönemde, alanda esecek rüzgâr nelere işaret edecek? Putin’in söyleyecekleri ya da söylemeyecekleri nasıl bir mesaj verecek?