Adını ne koysam?

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
31 Mayıs 2022 Salı

Her şey, Uğur Kolejinde stajyeriliğimi kaldıran Değerli Hocam Şenay Kırhallı’nın beni okula  önerisiyle 1995’te başladı. Yirmi dört yaşında, üç yıllık mesleki geçmişi olan -laf aramızda kendini de büyümüş ve tecrübeli zanneden- idealist bir öğretmendim. Aklımda, okul değiştimek asla yoktu; 1995’in nisan ayında, bir cumartesi sabahı, o dönemdeki Vakıf Temsilcimiz Betti Delevi’yle görüşünceye kadar… Çok güzel bir sohbetin ardından, ben biraz düşüneyim, izin verirseniz diyerek ayrıldığım okula, üç gün sonra salı akşamı, çalan ev telefonundaki Esin Kaneti Gidon’un, biz sizinle çalışmak istiyoruz Tülay Hanım sözleriyle bir girdim, tam, yirmi yedi sene önce…  Giriş, o giriş… Bu yirmi yedi senede neler mi oldu? Çocukların dediği gibi: “Tülay Hoca hep vardı, okulu onun üstüne inşa ettiler…”

Ben, zaten vardım” sahiden…

Nasıl var’dım, bilmiyorum. Okul bana gel, dedi. Eve uzak, servisi yok. Bakırköy’de kal var ama cemaat yok. O zaman sadece bir aile vardı Florya’da oturan: Galimidiler. Nasıl gideceğim yeni okula? En iyisi babamla konuşmaktı. Kızım, dedi. “Çağrıldığın yere gideceksin. Bunlar teferruattır, çözülür. Birçok sebeple biliyorum senin orada çok mutlu olacağını.” - Bu sebepleri, size söz, bir başka yazıda anlatacağım. -  Peki, dedim. Bütün derdim, isimleri nasıl aklımda tutacağım ve bu binada yolumu nasıl bulacağımdı. Tek derdim bu olsunmuş zaten.

Siz bakmayın, geniş toplum istediği kadar aydın olsun, korkaktır bazen. Ya olmazsa, ya hata yaparsam, ya yanlış anlaşılırsam, der insan. Hayatı önemsiyorsa, farkındalığı varsa, tedirginliği, çekingenliği bundandır ya insanın, sedece bu… Benim de Musevilikle ilgili bildiğim; lisedeki din kültürü ahlak bilgisi kitabındaki yarım sayfalık bilgiydi… O da seneler öncesinde kalmış… Tevrat, hamursuz ve Musa Peygamber dışında bildiğim hiçbir şey yoktu. Zaman, bana kısa zamanda  şunu öğretti: Yapacağım yanlışın kim olduğumla, kimlerle olduğumla bir ilgisi yoktu. Boş derslerimde kapı kapı gezmeye başladım okulu. İsimleri ezberledim hemen. Cemaat başkanı, mütevelli heyeti, vakıf yönetim kurulu, okul idaresi… Önce Uğur’dan rehber öğretmenimle, sonradan son derece tecrübeli ama bana göre bir o kadar zor bir bölüm başkanıyla çalıştım bir süre… Sayısız öğrenci mezun ettim, resmi sayıyı da öğreneceğim yakın zamanda… Onları üniversiteye hazırladım, onların sorularına cevap oldum; onlara mikrofonla barışık olmayı, her ortamada konuşabilmeyi, yazabilmeyi öğretmeye çalıştım.

Tuhaf bir duygu vardı içimde. Bir şey vardı, bana tanıdık… Benim ailemin yaşadıklarına, biriktirdiklerine benzeyen; bana ait bir şey… Bu tanıdık hal içinde seneleri birbirine eklerken kısa bir süre sonra baktım ki bu hal, tandık değil; bildik. Göçmen bir aileye mensup olmanın getirdiklerini, bu toprakların en eski ev sahiplerinde bulduğum o bildik güzel, kıymetli, değişmez farklılık… Aynıyken farklı tarafları koruma becerisi… Bu özelliğin farkına varma hali; bunun yaşattığı ayrıcalıklı, mükemmel hal…

Bunları fark ettiğimde sadece önüme baktım. Sonrasında yaşadıklarım hiçbir zaman sadece ders vermek, çocukları geleceğe hazırlamak, onlara dil ve edebiyat becerisi kazandırmaktan çok öte oldu. Biz beraber, aynı hamurun içinde yoğrulduk hayat tarafından…

Sonra ne mi oldu?

2002’nin aralık ayında telefonum çaldı. Cemaat Başkanımız Bensiyon Pinto beni aradı, “Hocam bizim resmi mektupların dilinin ve ifadesinin değişmesi ve düzeltilmesi gerekiyor, yardımcı olur musunuz?” dedi. Seve seve, dedim. Hahambaşılığı, ilk o zaman gördüm. Bir gün sabahtan akşama kadar başkanın odasında çalıştım, işler bitince Bensiyon Bey, “Yaptığınız bu işin bir karşılığı olmalı” dedi. Biraz bozuldum söylediklerine. “Ben okulmumuzun öğretmeniyim, okul cemaatin okul. Asla böyle bir talebim olmaz,” dedim. Çok teşekkür etti. Yeni yıl geldi. Bir gün arkadaşım Nil’le dışardayken onun telefonu çaldı: “Arkadaşını al, ofisime gelin, bir kahve içelim.”  Bensiyon Pinto, Nil’in kayınpederiydi. Ocak ayının soğuk bir akşam üstünde bana: Ben anılarımı yazmak, cemaat gençliğine cemaate sahip çıkmanın önemini ve geniş topluma Yahudiliğin ne demek olduğunu anlatmak istiyorum, bu kitabı sen yazar mısın, dedi. Muhetemelen, bana siz demiştir, ona evet dedim.

Ne oldu biliyor musunuz?

Ben onunla dünyaları tanıdım, onun okulunda okuyup büyürken kitap yazdım, yazar oldum. Şalom Gazetesi bana bu köşeyi verdi, Vatan Gazetesinde Kitaplık adında köşem oldu, sahibi değişinceye kadar on bir sene orada kitap eleştirdim, ucundan kııyısından gazeteci oldum. Sonra, Bensiyon Bey’in neredeyse üçüncü evladı oldum; burada evlendim, anne oldum, kızımı yuvaya getirip anneli grupta öğretmen olmuş öğrencimin velisi oldum. Mezun ettiğim öğrencilerimle senelerce aynı çatı altında meslektaş oldum. Mezun öğrencilerimle okulun anne baba okulundayken kep atıp mezun oldum, hatta öğrencilerimin çocuklarını okutup genç yaşta anneanne gibi hissettiğim bambaşka bir öğretmen oldum… Haham arkadaşlarımın bilgisi kadar olmasa da din ve kültürü, hiç bilmeyen birine anlatacak kadar geliştim hatta İsrailli bir eğitmen bir toplantıda, ne kadar donanımlı bir Yahudi, bile dedi benim için. Düşünün!

Bu okulun tuğlalarından biri oldum.

Ben burada kocaman yürekli bir insan oldum…

Hayata teşekkür ederim.

Benim bu kapıdan girmeme izin verdiği için…

Ben okulumun kapısından çıkıyor olsam da, bir yere gitmem.

Onun için, cemaat için, çocuklarım için, her zaman aynı yerde dururum.

Bu sebeple bu yazının adı olmaz.

İsimsiz ve sonsuzdur…

Okulum ve ben gibi…

Etiketler:

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün