Şu sıralar Netflix’te yayına giren ‘Kuş Uçuşu’ isimli diziyi izlediniz mi? Dizinin, kurgusu ve oyunculuk bir yana beni düşündüren, biri X diğeri Y kuşağını temsil eden iki kadın arasındaki çarpışma üzerinden ilerleyen dizide, deneyimli, idealist bir haberci ile “Biri olmaya” can atan hırslı genç arasında ‘farklı’ yöntemlerle süren amansız mücadele idi. Son tahlilde Y kuşağının bazılarının kural, düstur, etik tanımayan yöntemi ile dizide galip gelmiş gibi gözükse de yoksa kaybeden hepimiz miydik? Diziyi bitirdiğimde, bir kez daha sosyal medyanın olumlu/olumsuz yönlerini düşünüp doğru yönetimin ne kazanımlar sağlayabileceğine kafa yordum…
Geçtiğimiz haftalarda anlattığım konulara yeterli ilgiyi göstermediğini gördüğüm genç arkadaşlarımdan birini bir süre gözlemleyip, sosyal medyaya ilgili olduğunu fark edince konuyu TikTok üzerinden açıp, “Sence Türk Yahudi toplumunu TikTok üzerinden nasıl tanıtırız? Toplum mekanlarımızla ilgili videolar yapmaya var mısın?” dediğimde ilgisini yakalamayı başarmıştım. Demek ki, kullandığım yöntemleri değiştirmem gerekliydi… Dizide Y kuşağını temsil eden kızın, X kuşağını “Karasal Lale” olarak yaftaladığı gibi bizler de bazen eski yöntemlerimizle gittikçe dinozorlaşıyor muyduk?
Bundan seneler evvel “Türk Yahudi Toplumu” sosyal medya hesabından toplumumuz yeri geldiğinde resmi makamlara memnuniyet ve şikayetlerini dile getirdiğinde o zaman için durumu garipsemiş, hatta Rahmetli Henri Çiprut ile birlikte sohbet ederken “Koskoca toplum yönetiminin sosyal medyadan seslenmesi hafif kaçmıyor mu?” diye düşünmüştüm. Zaman beni haksız çıkarmıştı. Sosyal medya hiç gitmemecesine hayatımızın bir parçası olmuş, her yaş grubu da kendi mecrasında sesini dile getirmeye çalışmıştı. Nitekim aradan uzun zaman geçmeden, paylaşımları nedeniyle sorguya çekilen, hatta demir parmaklıklar arkasına gidenleri de görmüştük…
Türk Yahudi Toplumu şu anda Twitter üzerinde 53 bine yakın bir takipçi sayısına ulaşmış durumda… Bu sayı mevcut toplum bireyi sayımızın üç katından bile fazla olmasına rağmen, ülke nüfusu düşünülünce ne kadar az olduğunu görebilmekteyiz. Mesela, Can Bonomo’nun 900 bine yakın takipçisi var. Sayıyı kısa zamanda arttırmanın yolları olsa da bizler için ‘güvenlik’ konusunun ne denli önem taşıdığını bilerek temkinli olunması her daim tercih edilmekte… Peki ya sizler Türk Yahudi Toplumu’nun sosyal medya yönetimini nasıl buluyorsunuz? Bizler bu toplumun bireyleri olarak nasıl destek verebiliriz? Toplumun yaşadığı sıkıntılarda bireylerimiz ne kadar sesini duyurmayı tercih etmekte? Ne kadarımız kendini sosyal medyada Türk Yahudi’si kimliği ile belirtmeyi, ses vermeyi tercih ediyor? Yoksa sosyal medya da tıpkı kimi kurumlarımız gibi toplum içinde maalesef ilgili olan belli bir çevre etrafında mı dönebilmekte? Sorular arttırılabilir… Düşünmeye değer…
Sizlere bu yazıyı yazarken, sosyal medyada rastladığım haberde Mardin’de 100 yıl sonra ayin düzenlenen bir köyde, Süryani bir ailenin gasp edilip, arazisinin yakıldığını öğreniyorum… Birlikte yaşayabileceğimiz farklı inanç grupları bir gün kalmadığında hangi çoğulculuğu konuşacağız?
***
Her şey pespembe mi?
Toplum gazetesi olmanın misyonlarından biri de hele ki içinden geçtiğimiz zor durumlarda toplumumuza moral vermek, olumlu haberlerimizi ön plana almaktır. Bu gözle, Türk Yahudi Toplumunun dinamiklerini bilmeyen, azalan sayılarımızla orantılı yaşadığı zorluklarla ilgili fikri olmayan biri sadece geçtiğimiz hafta çıkan Şalom Gazetesi’ni okursa içinden pespembe bir tablo çizebilir…
Kurum yöneticilerimizin insan üstü gayretleri, gönüllülerimizin özverili çalışmalarına rağmen salgın dönemi sonrasında önümüzde dağ gibi birikmekte olan kimi gerçekleri görmemiz gerekiyor. Belki de bazen, bazı kardeşlerimiz nostaljik duygularla bunları ‘görmemeyi’ tercih etse de bizlerin önce aidiyetimiz sonra da gazeteci kimliği ile bunları aktarmamız gerekiyor.
Gelecek kuşaklarımızın aidiyetlerini koruyabilmeleri için hangi önlemleri alabiliriz? Sayılar bizlere ne ifade ediyor? Gençlerimizin ne kadarı geleceklerini burada görüyor? Gençlerimize mevcut ekonomik şartlarda daha iyi eğitim olanaklarını nasıl sağlayabiliriz? Yakın zamanda cemaati kalmayan sinagoglarımızı nasıl yaşatacağız? Birbirimize kenetlenirken, güvenli bir gelecek için nelerden vazgeçebilmemiz gerekecek? Hangi değişime ne kadar hazırız? Gönüllülük ne kadar daha devam edebilecek? Tıpkı sosyal medya gibi bu konuda da sorular arttırılabilir… Eminim ki her kurumumuzun yöneticisi bu soruları kendisine en az haftada bir soruyordur…
Habib Gerez Ağabey’in ardından…
Habib Gerez’i tanıdığımda 8-9 yaşlarında bir çocuktum. Ortaköy Sinagogunda bir bayram günü babam beni yanına çağırıp tanıştırmış, “Bak oğlum, Habib Abi yeni kitap yazmış, sana da hediye ediyor” deyip elime tutuşturmuştu. Rahmetli babamın, çok sevdiği dostunu o zamanlarda gördüğünde “Abi sen boş ver şimdi şiirleri, resimleri bana güzel hanımlardan bahset!” sözlerini daha dün gibi hatırlıyorum…
Aradan seneler geçmiş, Habib Ağabey ile 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri ve Galata Yahudi Mirası Turları ile tekrardan yolumuz kesişmiş ve evini ziyaret ettiğimiz o günlerde yıllar sonra müthiş hafızasıyla beni hatırlamıştı. Hani çok sevdiğiniz birini kaybettiğinizde doya doya gözyaşlarının dökülmesi için biraz zaman gerekir ya, vefatını öğrendiğimde bu duyguyu hissettim. Söylenecek çok söz vardı ve büyüklerim buradan söylediler Habib Ağabey için. Ben ise, her sohbetimde yeni bir bilgi öğrendiğim, değerli bir ağabeyimi, toplumumuz ise geri gelmeyecek bir entelektüelini kaybetti. Yolu ışık olsun…