Yepyeni başlangıçların farkında olduğunuz an’lar vardır. “Şimdi” dersiniz. “Şimdi değiştirebilirim düzeni, şimdi artık başka biri olabilirim. Bundan sonra kendi doğrumu ben yazarım, herkes benim yazdığımı okur.”
Ama yapmazsınız.
Yapamayacağınızdan değil, yapmadığınızdan.
Öylesine…
Hayatın bir kapısı vardır karşınızda açıp içeri girebileceğiniz, girmezsiniz…
Kapının ardında neler saklı olduğuna dair çok fikriniz yoktur ama ümitler ve beklentiler, pır pır eder yüreğinizde. Hep iyi olanı, güzel olanı, doğru olanı umarsınız kendiniz için; bilirsiniz kapının ardında bütün bunları bulacağınızı, ama onu açıp içeri girmezsiniz.
Umutsuz mu geldi size bu yazdıklarım?
Ama değil…
Bazen; kapının önünde durmayı, beklemeyi; her an içeri girecekmiş gibi yapıp girmemeyi seçmek kadar tatlı bir heyecan, zevkli bir karmaşa, şahane bir mutluluk yoktur.
Aslında her şeyi yapabilecek, her yeniliğe büyük bir istekle kucak açabilecek durmunuz olsa da bunu bilirken, içinizde, tâ iliklerinizde hissederken; öylece dimdik, dümdüz ve tamamen hareketsiz durursunuz.
Ve o duruştan müthiş bir keyif alırsınız.
Sahip olduğunuz şey her neyse, kapının arkasındadır.
Bunu bildiğiniz için, içiniz rahattır. Bunu bildiğiniz için; fazladan bir çaba göstermeye, mücadele etmeye girişmezsiniz. O kapıyı açıp içeri girecek hakkınız da vardır, zininizde. Ama yokmuş gibi yapıp bildiğiniz şeyi yinede merak etmeyi tercih edersiniz. Çünkü o meraktır sizi ayakta tutan.
Tahmin, ümitle yan yana yürür.
Her tahminimizin, her acaba’mızın içinde; aslında’lar, belki’ler, iyi ki’ler vardır.
Bildiklerimizden yola çıkarak kendi gücümüzün, yeteneklerimizin, hayatın içindeki rolümüzün farkında olarak kapının önünde durmayı biz seçeriz.
Onu açmasak da ardındakiler bizimdir. Bizim düşlediğimiz, bizim umduğumuz, bizim varsaydığımız vardır kapının ardında ve aslında tam da var olandır.
Orada durmak bizi genç tutar, ümitli tutar, tüm kayıplardan, yanlışlardan, keşke’lerden uzak tutar.
Neden biliyor musunuz? Çünkü kapıyı açabilme özgürlüğü, hep bizimdir. Ardında göreceğimiz dünya, yalnızca bize aittir.
Bu sebeple Bodrum kapılarını severiz. Onların resimlerini alıp duvarımıza asarız. Düşlerimizin o “kapalı” veya “aralık” kapının ardında olduğunu bilmek, hoşumuza gider. Yaratıcılığımızı, ümidimizi, beklentimizi, yaşama sevincimizi arttırır. İçimizdeki çocuk, şarkı söylemeyi hiç bırakmaz. Bir gün, mutlaka o kapıyı açabileceğimizi düşünmenin ve hiç açmayacağımızı bilmenin tatlı ikileminde, hayatla dans ederiz. Bu,birçok konuda olabilir: Dostlukta, işte, aşkta…
Can Yücel, bu konuda ne güzel oynamış sözcüklerle bizim için:
“Kapı çalındı
Açmaya davranayım derken
Uyandım ki
Çamların altında yatmıyor muymuşum
Sırtüstü,
Hücum etti gözlerime
Göğün mavisi
Hoş
Böyle de
Kapıyı açtım sayılır
Di mi
Aynı kapıya çıkmasa bile…”
Demek ki hayat, aslında tamamen varsayımlardan ibaret…
Bazıları gerçek oluyor, olmayanların da olabilme ihtimalini bilmek bile insanı mutlu etmeye yetiyor. Kapının önünde durmaktan asla vazgeçmeyin.
Girmeseniz de ardında sizin ait koca bir dünya vardır.
Bazen de kapıyı açıp dışarı çıkmak, yeni bir yola çıkmak için ilk adımı atma cesaretini göstermek, bu iş için kendine hadi, demek gerekir.
Ben bu hadi’leri çok zor söylerdim kendime. Son on beş yıla kadar üstelik…Yaşım ilerledikçe yavaş yavaş büyüttüğüm cesaretim ve yeniliklerden korkmama tercihim, beni yeni kararlar alabilir hale getirdi.
Hayat, güzeldir dersen güzel; zordur dersen zor oluyor.
Güzeldir, diyelim öyle gelsin bakalım.