Bu satırların yazarını tanıyanlar, makalelerini okuyanlar, görsel yayınlarını izleyenler kendisinin; toplumların her anlamda muhafazakarlığına, kapalı kalmalarına, içe dönük hayat anlayışlarına, öteki ‘dünyalar’ ile aralarına duvar örmelerine hep karşı çıkan bir konumda bir hayat anlayışına inandığını bilir.
Bütün bu ‘olumsuz’ faktörlerin insanı, dolayısıyla ait olduğu toplumu ileriye götüreceğine yerinde saydırdığına, duvarların ötesindeki, ‘öteki’ ile ilişki kuramadığından, onun hakkında içselleştirilmiş önyargılara yenik düşerek empati eksikliğine düşeceğine ve giderek ‘farklılıklara rağmen birlikte yaşayabilme’ kabiliyetini yitirebileceğine inanır.
Bu nedenle dinsel, etnik, kültürel veya bölgesel anlamda farklı dünyaların kendi şartlarına ve dokusuna uygun yoğurduğu insanların diğer ‘dünyalar’daki insanlarla bir araya gelmesini toplumsal barış adına olmazsa olmaz olarak görür. Zira bu karşılaşmada, her iki taraftaki insan da kendisinden farklı bir gerçeklikle karşılaşır ve hayatın sadece kendi tecrübe ettiği veya inandığı kodlardan oluşmadığının idrakine varırken farklı dünyaların varlığına tanık olur…
Türkiye’de üniversitelerin ve dolayısıyla öğrenci sayısındaki muazzam artış - her ne kadar kaliteli eğitimin varlığını sorgulatsa da - Türk gencinin, özellikle sosyal bilimlerde eğitim görenlerin öteki’yi tanımaları bağlamında da önemli bir motor işlevi görmekte.
Lisans üstü ve doktora yapanların sayısının da artması sosyoloji, antropoloji ve dinler alanlarında önemli saha çalışmalarını tetiklemekte. Hiç beklemediğiniz bir üniversiteden Türkiye’deki azınlıkların fotoğrafını çekmeyi amaçlayan çalışmalar sayesinde, vatandaş olmalarına rağmen bu ülkede hep yabancı unsur olarak görülen Ermeniler, Yahudiler, Rumlar ve Süryanilerin kültürlerini ve bir farklı dinden Türk vatandaşı olmalarının günlük hayatlarında nasıl karşılık bulduğuyla ilgili analizler, öğrencilerin öteki’ye bakış açısını doğal olarak değiştirmekte ve farklılıklar arasında köprüler kurmaya zemin oluşturmakta.
İlginçtir, böylesi bir çalışmayı yürüten üniversiteli iki kız öğrencinin Yahudileri tanımak adına Şalom’u ziyaret etmeleri bile çevrelerindeki kimilerinin tepkisini çekerken, yapılan görüşmeden sonra ‘yok aslında birbirimizden farkımız, hepimizde temel insani kodlarda kırılamaz ortaklıklarımız var’ düşüncesi yerleşiyor öteki’yi tanıma cesaretini göstermek isteyenlerde. İstanbul dışında bulunanlarla ise canlı görüntülü görüşmelerle buluşulması bize teknolojinin bu köprülerin kurulması için ne denli yardımcı olduğunu da göstermekte.
Bütün bu çalışmalar zamanla akademik makale ve tezlere konu olurken Türkiye’de yapılması geç kalınmış olan ve farklı dinsel ve kültürel kümeleri oluşturan toplumları tanımayı, bireysel ve toplumsal düzlemde karşılaştıkları sorunları anlama ve masaya dökmeyi amaçlayan bu sosyolojik yolculukların, demokrasimizi vatandaşlık hakları bağlamında bizi ileriye götüreceği şüphesiz. Diğer taraftan bu çalışmayı yapanların, farklı din ve kültürdeki insanlarla ilişkiye geçerek onları tanıması ve bu topraklardaki kadim tarihlerini, deneyimlerini ve sorunlarını öğrenmeleri, kimilerinin deyimiyle ‘aydınlanmalarına’ vesile olmakta.
Geleceğin muhtemel akademisyenleri adına sevindirici bir gelişme olmalı bu tür sonuç yorumları.
ŞALOM gazetesi olarak da hedefimiz hep bu yöne evrilmiş durumda. Gazetenin geniş toplumda daha çok tanınması, okunması farklılıklarımıza rağmen aynı ülkü uğruna bu topraklarda yaşadığımızı anlatmaya vesile olurken öğretilmiş yanlışların ürettiği yoğun olumsuz önyargıların bir nebze dağılmasını da sağlamakta.
Kimilerinin ne yaparsanız yapsanız da önyargıları ve kimi zaman nefret söylemleri devam edecek. Lakin önemli olan, Türkiye halkının büyük bir bölümünü oluşturan sessiz ama makul kesimlere kimi farklılıklara rağmen temelde aynı insanlar olunduğunu anlatabilmek. Muhafazakarlığın kodlarında bulunan içe kapanma, dışarıyla arasına duvar örme davranış biçimi, toplumsal birlikteliğe zarar verirken, aynı amaç uğruna yaşamayı ve mücadele etmeyi engelleyen bir pratiğe dönüşüyor ve de ötekinin tanınmasında büyük eksiklik yaratıyor. İyi tanımadığınız, ’yabancı’ olarak gördüklerinize karşı hep bir mütereddit ve giderek olumsuz duygular benliğinize hakim oluyor.
İşte bu yüzden üniversitelerimizdeki sosyolojik alan çalışmaları öteki’yi tanımak ve anlamak bağlamında büyük bir işlev görürken demokrasimizin gelişimi adına da sağlam bir yapıtaşı da oluşturmakta.
Farklılıklarımıza rağmen kimse ‘yabancı’ değil, aynı ‘insan’ız, bu dünyada.
Bunu anlamak çok zor olmamalı.
Hepimiz bu dünyaya bir şekilde ‘fırlatıldık’ ama hepimiz bir gün aynı toprağa kavuşacağız, farklılıklarımızı arkamızda bırakarak...
Bırakın hepimiz beraberce doyasıya yaşayalım, kavga etmeden bu ölümlü hayatta…