Geçenlerde bir okurum aradı. Paylaştığım bir deneme yazısında anlattığım öykünün kaynağını aramış, bulamamış. Doğrusu ben de bilmiyordum. Bir yerde onu okumuş, ilgimi çekmiş, ileride kullanmak üzere not almışım. Sonradan yazdığım konuya uygun bulduğumdan paylaşmıştım. Bu bir bilgi olsa, hatadan kaçınmak için yazmadan kılı kırk yararım. Oysa anonim bir öykü, anlatana göre değişiklik gösterebiliyor. Bu yüzden benim için önemli olan bunların kaynağından ve gerçekliğinden çok, vermek istediği iletidir. Nitekim benzer öyküler, yer ve kahraman adları değişerek karşımıza çıktığında hiç şaşırmıyoruz. Zaten Doğu kökenli çoğu öykünün amacı, bir bilgiyi, bir öğretiyi ya da bir anlayışı doğrudan söylemek yerine, bir kurgu içinde okura ya da dinleyene sezdirmektir.
Anlatacağım Ezop’un bu öyküsünü çoğumuz biliyordur. Bunun benzerini Nasrettin Hoca’da da görebiliriz, başka geleneklerde de…
Adamın biri yanında oğlu ile birlikte eşeğini alıp pazara gitmek üzere yola çıkmışlar. Baba oğul önde, eşek arkada giderlerken, yolda karşılaştıkları bir köylü, eşek varken yayan gittikleri için adama aptal demiş. Adam, bunun üzerine çocuğu eşeğe bindirmiş. Çok geçmeden bir başka köylü onları görmüş ve koca adam yayan giderken çocuğun eşeğe binmiş olmasını kınamış. Bu kez çocuğu indirmiş, eşeğe adamın kendisi binmiş. Bir süre sonra yoldan geçen bir kadın, çocuğu yürüttüğü için babasına söylenmiş. Adam şaşkınlıktan ne yapacağını bilememiş, ikisi birden eşeğe binmişler. Kasabaya yaklaştıklarında insanlar eşeğe acımadıkları için onları eleştirmiş. Adam bu kez uzun bir sırık bulup eşeğin ön ve arka ayaklarını buna bağlamış, baba ve oğul birer ucundan tutarak herkesin alaycı bakışları altında yürümüşler. Pazara giden bir köprüyü geçerlerken bağlı olduğu arka ayakları gevşemiş, yaptığı ani bir hareketle, eşek suya düşüp boğulmuş.
Uzun süredir olanları izleyen yaşlı biri, adama yaklaşmış ve ona şöyle demiş: “Bu sana ders olsun! Herkesin eleştirilerine kulak asarsan, ne kendini ne de başkalarını mutlu edebilirsin.”
Ben sürekli eleştiri oklarına hedef olan yazarları öyküdeki adama benzetirim. Duygu ve düşüncelerimizi ne denli içtenlikle anlatsak da, aynı görüşü paylaşmayanların eleştirisiyle karşılaşmamızı aslında doğal görüyorum. Benim doğrularım, bir başkasının doğrularıyla çakışmayabilir. Elbette ki herkesin yetişme ve yaşam tarzı, bilgisi, birikimi, deneyimi, dünya görüşü farklıdır. Bu farklılıklar da mutlaka duygu ve düşüncelerimize yansıyacaktır. Önemli olan karşımızdaki insanı eleştirirken, onunla duygudaşlık kurarak, kırmadan bunu nasıl ifade ettiğimizdir.
Yazar, düşüncelerini yayımladığı anda bir sorumluluk aldığının bilincindedir. Bir başınadır, kime seslendiğini bilmiyordur. Hele kimi sözler bilinçli ya da bilinç dışı yanlış anlamlara çekildiğinde, başkalarının hedefinde yer almak çok kolay oluyor. Bu yüzden kimi zaman düşündüklerimi doğrudan söylemek yerine ‘kıssadan hisse’ alınan öykülere sığınarak açıklamaya çalışıyorum. Bu şekilde sorumluluğu okurla paylaşıyorum. Bir deneme yazısının sınırları içinde, anlattığım öykü ona ne söylüyorsa...