Herhangi bir şeyi çok istediniz mi?
Bir işi, parayı; bir kadını, bir adamı; bir okula girmeyi, bir yerde yaşamayı, aklınızdaki markadan bir arabayı, hayatla ilgili bambaşka bir ayrıntıyı?
Ben istedim.
Birçok şeyi çok istedim. Galiba az istemeyi de pek bilmiyorum ama en çok Nermin’i istedim galiba… Çok istemekle ilgili düşününce aklıma başka biri ya da başka bir durum gelmiyor, yalnız o…
İstemeyi ve istemeyi bilmenin önemli ve değerli olduğunu, hatta bunu doğru ve yerinde bir biçimde yapanların da cesur ve ayrıcalıklı olduğunu düşünürüm bir de… İşin içine biraz da özgüven katarım… Öyledir. Bir şeyi çok isteyecekse insan, o istediğine sahip olmak, onun içinde olmak; onun yapabileceği, hak edeceği bir şey de olmalıdır sanki… Aşk bile böyle bence… Herkesin harcı değildir… Yaşamayı ve yaşatmayı becerecekse o ateşe atmalıdır insan kendini…
İstemek konusunun üstünde bu kadar çok durmamın sebebi de yıllardır zaten bildiğim ama üç ay önce tanıştığım, genç bir adam…
Yirmi bir yaşında. İstanbul doğumlu, ortaokulu burada bitirip liseyi ABD’de okumuş. Orada hatırı sayılır bir üniversitede çizimle ilgili yeteneğini geliştirecek en yüksek puanlı bölümlerden birinden kabul almış… Çizmek, onun için bir yaşam biçimi ama gittiği okul, onun aklındakileri karşılama, içindeki boşluğu bu konuda doldurmaya yetmemiş. Gideceği okula ve gireceği çevreye kendi kalemiyle bir şeyler katma önceliği ağır basmış. “Ben memlekete döneceğim, demiş. Önce askerliğimi yapacağım, ardından MSÜ Güzel Sanatlar için hazırlanacağım; olursa orada, olmazsa başka bir okulda ama Türkiye’de devam edeceğim hayata…”
Bu paragrafı okuyan birçok kişinin şöyle düşüneceğinden adım gibi eminim: “Gençler, ABD’ye tabiri yerindeyse kapak atmak için neler yapıyor, bu adamın yolu tam tersi! Nasıl olur?” Bal gibi oluyor işte! Çünkü istediği, o yazdıklarımla devam edecek yolun üstünde değil. İstediği başka bir şey, başka bir yol… Kendini gördüğü yer, yapacakları, ilerleyeceği yön başka… Hayata katacağı değerin çok farkında…
Çok akıllı, çok zeki, çok yaratıcı ve başkalarından farklıysanız, hayat bir kat daha zordur sizin için… Farkındalığınız da yüksektir ve etrafınızda; bunu bilen ve bu sebeple sizi sevmeyen; bunu bilen bu sebeple sizden çekinen, bunu bilen ve bu sebeple size hayran olup sizi bu şahane tarafınızla sevenlerle bir arada yaşarsınız. Bu kalabalıkta kendiniz gibi birini bulmanız da zordur. Hayat, hem keyifli, tutku dolu hem de yorucudur.
İşte bu genç adam da bu tutku ve yorgunluğun tam ortasında gelip askerliğini, altı ay Hakkâri Çukurca’da er olarak yapıp, İstanbul’a dönüp, sınavlara hazırlanıp, hayatının seyrini kendi yolu için değiştirmeye çalıştı. Şimdi sınav sonucu bekliyor ve yetenek sınavlarına hazırlanıyor.
Tanrı’nın böyle insanları daha çok sevdiğini düşünüyorum bazen… Bütün bu özelliklerin yanında insana müthiş bir sevme becerisi ve derinliği de bahşediyor bazen. Bu delikanlı da öyle biri… Küçük bir kız çocuğu için senaryolar yazıp, oyunlar kurup, resimler yapıp, onun hayal dünyasına saatlerce büyük bir istek ve yumuşaklıkla renk katacak kadar da insan üstelik…
Sınavın sonucunu hep beraber merak edeceğiz değil mi? İnanın; o, çok da merak etmiyor. Hatta sadece bekliyor sonucu. Akademiye de girse de girmese de, istediği yere geleceğini biliyor. Adı gibi emin. Kendinin o kadar farkında ki… Hayatın; dünün, bugünün, yarının o kadar farkında ki… O, ne istemediğinin ne istediğinden daha çok farkındaydı her zaman…
İstediğini ana caddelerinde değil, ara sokaklarında arıyor hayatın…
Okuldan ayrılabilirim belki ama öğretmenlik, sonsuza kadar… Gençlere en temel tavsiyem şu: Farklı yönlerinizi keşfedin. Hepimiz, bir tane yaratıldığımıza göre, bize bahşedilen o farklı taraf bazen dünyayı bile değiştirebilir. Hepsi; iyilik, doğruluk ve güzellik için, sevgiyle olsun yeter…