Genellikle bazı sporlar zengin sporu olarak anılır; golf, Formula 1, tenis gibi. Hatta ve hatta daha da ileriye gidersek bazı sporlar “Beyaz sporu” olarak dahi anılır spor camiasında. Genel kanı bu şekildedir. Dönüp bir geçmişe bakınca da teniste çok siyahi raket bulamazsınız. Ancak 1998 Amerika doğumlu Frances Tiafoe’nin bu duruma bir itirazı var gibi. İyi ki de var.
Tiafoe’yi ekranlarda ilk gördüğümde, onun canlı izlediğim ilk siyahi tenisçi olduğunu o an fark ettim. Oyun stili, büyük forehandleri ve sempatik tavırlarıyla kendini sevdirmişti bile. Fakat asıl dikkatimi çeken taraf tabii ki Tiafoe’nin ten rengi değil, hayat hikayesi olmuştu. Zira Federer, Nadal gibi isimler tenis dünyasında oldukları yerlere hep ailelerinin destekleriyle gelmişlerdi. Nispeten aileleri iyi durumlarda olan çocuklardı yani. Üstelik genel spor dünyasında olan kanı, tenisin bir “beyaz sporu” olduğu yönündeydi. 1996 yılında Amerika Maryland’de dünyaya gelen Frances Tiafoe, Amerika’ya Sierra Leone’den göç etmiş, mülteci bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Babası Tiafoe çocukken JTCC (Junior Tennis Champion Center) isimli bir tenis akademisinde hademelik görevini üstleniyordu. Henüz altı yaşındayken kendi akranlarını izleyip tenise aşık olan Frances Tiafoe’yi o zamanın tenis akademisinin sahibi Vesa Ponkka “yedek kulübesinde oturduğunda daha ayakları bile yere değmiyordu” diye betimlemişti. Antrenmanda gördüğü her şeyi arka bahçeye geçip raketle topu vurarak taklit eden küçük Tiafoe’nin yeteneği böylece anlaşılmıştı. Fakat Tiafoe için tek engel çok çalışmak değildi. andscape.com’un haberine göre, her gün akademiye özel şöförlerle gelen çocuklar Tiaofe’nin her gün giydiği pikachu gömleğiyle dalga geçiyorlardı. Önünde aşması gereken koskoca bir zengin züppeliği de vardı. Fakat Tiafoe yılmadı.
Her günkü kıyafetleriyle dalga geçilen ve her gün tenis akademisinin deposunda kardeşleri ve babasıyla kalan Frances’in şimdi, harika manzaralı kocaman bir evi var ve o bir grand slam çeyrek finalisti. Bu hayatta her şey mümkün mü bilmiyorum ama çok şey mümkün. Tıpkı Frances Tiafoe gibi. Kendisi mucizenin ta kendisi.