Zirveye ulaşmak çokça çaba gerektirir. 3.000 metre rakımlar civarında nefesin kesilmeye başlar. Bir taraftan geri dönüp geldiğin yola baktığında bu yüksekliğin sunduğu manzaradır nefesini kesen. Aynı zamanda bedeninin ve ciğerlerinin oksijen ihtiyacıdır nefesini kesen. Bedenin öyle muhteşem bir yazılımla yaratılmıştır ki uyumlanma sürecine girersin. Her ne kadar kişiden kişiye değişiklik gösterse de yavaş yavaş alarmlar çalmaya başlar. Ciğerlerin daha çok oksijen için daha kısa ve daha sık bir tempoda çalışmaya başlarken, öncelikle beynin alarm vermeye başlar: Baş ağrıları, zonklamalar, ellerde ayaklarda şişmeler, mide bulantısı... Beynin/bedenin bu alarmlarla seni normale geri davet ederken, sürekli “Hangi deliliklerin peşinden buralardasın?” gibi sorularla seni aklın yoluna davet eder. Zirveye çıkış bedensel bir mücadele olduğu kadar zihinsel bir hayat sorgulamasıdır da. “Neredeyim ben? Nerede olmak istiyorum? Günlerimin anlamı nerede?”
Zirveye çıkış kişisel bir çabadır. Bedensel olduğu kadar entelektüeldir. O yüzden sürü zihniyetinin etkisi büyüktür. Yola birlikte çıktığın arkadaşların kadar çıkışta karşılaştığın insanların ve hatta senin kendine telkinlerin tırmanışı bir nebze kolaylaştırıyor. Yolun en başında karşılaştığın insanların “İyi şanslar” dilekleri bir noktadan sonra “Hadi, yapabilirsin” tezahüratına dönüşüyor. Bu çok değerli bir telkin.
Çünkü beynin her an seni geri çağırmaya, kendi normaline döndürmeye meyilli. Bu zorlu tırmanışta beynim o kadar çok kere yapamayacağımı söyledi ki bana! O kadar çok kere “Bittim artık! Tamam dur!” dedi ki! Beynime rağmen zirveye ulaşmamı sağlayan en önemli etken o anda dağda karşılaştığım dağcılardan gelen “Ha gayret, az kaldı, yapabilirsin” sözleri oldu. Tıpkı dönüş yolumda, henüz tırmanışa yeni geçenlere benim de diyeceğim gibi.
Aylak Gezi Kulübü ile Borneo’ya geldik. Programımızda (benim için) bir ilki gerçekleştirmek var. Borneo Adasının en yüksek noktasına, Kota Kinabalu Dağının 4.095 metre yükseklikteki zirvesine çıkmayı hedefliyoruz. Kolay bir parkur olduğu söyleniyor. Oysa şimdi biliyorum ki, hiç de o kadar kolay değil, tam tersine tırmanış becerileri ve dayanıklılık gerektiren bir parkur.
Biz, çıkışımız öncesinde deniz seviyesinde iki gün geçirmiştik. Sabah çok erken saatte bizi otelimizden alan aracımızla Kota Kinabalu’nun dağcı girişine, 1800 metre yüksekliğe geldik. Kayıt işlemlerinden sonra tırmanış başladı. Çoğu kısmı doğal (dolayısıyla düzensiz merdivenvari bir yolda) yaklaşık altı saatte akşamı geçireceğimiz yatakhaneye ulaştık. Burası 3.289 metre yüksekliğinde. 3000 metre yüksekliğin ardından son bir kilometreyi 1,5 saatte ancak çıktım. Hem zorlu tırmanış hem de bedenin oksijen arayışı işi güçlendiriyor. 100 metre meğer sırası gelince ne kadar uzak olabiliyormuş!
Akşam yemeğinden sonra saat 20.00’de ışıklar söndü. Çoğumuzda yükseklik ve oksijensizlik kaynaklı semptomlar çoktan görülmeye başlamıştı. İlaçlarımızı almıştık. 15 kişi bir yatakhanede birkaç saatlik uyku ve dinlenme molasına geçtik.
Saat 02.30’da kapılar açıldı ve zirveye yolculuk başladı. İlginç olan 3.000 metrelerde başlayan baş ağrısı gerek beynin oksijensizliğe uyumlanması gerek ise zirve heyecanın yarattığı adrenalin ile geçmiş gibi duruyordu. Zirveye yolculuk zorlu. 3.289 metreden 4.095’e üç kilometre boyunca tırmanış. Çoğu yerde halatlara tutunarak dik eğimli düz kayalıkları tırmandık. Zaten saatlerdir tırmanan kollar, bacaklar… Fena…
Hedef gün doğumunu görmekti. Zirveye ulaşmadan çok evvel bulutların üstüne çıkmıştık. Bulutların arasından dolunay göz kırpıyordu. Şanslıydık. Hava gündüz ilk çıkışımızda serin, yağışsız ve rüzgarsızdı. Borneo Adanın en yüksek noktasındaydık: Low’s Peak. Burası dünyanın en yüksek zirveleri arasında 20. sırada yer alıyor. Adeta dünya dağları, denizleri, bulutları, şehirleri ile ayaklarımızın altındaydı. Zirve ihtişamı ve kudreti ile insanı sımsıkı sarıyor.
Ancak zirve bir yerleşme noktası değildir. Bir varış ve ayrılış noktasıdır. Nasıl çıktığınız kadar nasıl indiğiniz de önemli. İniş, çıkış kadar zorlayıcı. Çıkarken güce ve dayanıklılığa ihtiyacınız var. Bir de azalan oksijenle uyumlanmak için yavaş fakat tempolu olmaya. İnişte ise dikkate, adımınızı attığınız yere odaklamaya. Kasların, beynin, bedenin tüm o yorgun halinde, hele tüm o heyecanın zirveye ulaşmaktan dolayı tamamlanmış olmasının ardından adrenalin ve dopamin düşmesiyle dikkati odakta tutmak ayrı bir çaba gerektiriyor.
Hele bir de bizim gibi inişin son dört kilometresinde tropik yağmura yakalanırsanız. Kuru kalmak için üstünüze geçirdiğiniz panço ile derecenin ve hareketin getirdiği terle hem dışarıdan hem içeriden duşun altındasınız. Bu halde, çamurlaşan, göle dönüşen, kayganlaşan zeminde dikkat, tempo ve odak en çok ihtiyacınız olan özellikler. Başlangıç noktasına geri geldiğinizde ise “zirveye yolculuk” -ki bizimki iki çıkış ve iki iniş arasındaki dinlenme molaları hariç 33 saatlik bir zaman sürecinde 17 saat sürdü- tüm yorgunluğuna, her çeşit kas ağrısına rağmen bu artık sizin için bir delilik değil. Zirveye çıkış bir hayat dersi.
Neler öğrendim:
⁃ Metanet, dayanıklılık, fiziksel ve düşünsel güç ve hazır olmak önemli. Gerek tırmanış gerek iniş boyunca yıllardır birlikte çalıştığım spor koçlarıma, bütün o squatlara, halat ve ağırlık çalışmalarına teşekkür ettim. Tıpkı ertesi gün esnemelere şükredeceğim gibi.
⁃ Ne kadar yüksekteysen o kadar yavaş ama tempolu olmalı.
⁃ Bedenin oksijensizliğe alışmasına izin vermeli.
⁃ Bittim dediğin yerde (eğer yükseklik hastalığına yakalanmamışsan) daha gidecek/esneyecek bir alanın hala vardır. Yeter ki vazgeçme.
⁃ Fiziksel sınırlar çoğu zaman beyin ötesini bilmediği için sınırdır. Ama bu sınırlar sen izin verdiğin kadar esnemeye ve genişlemeye müsaittir. Yavaş ve minik adımlarla.
⁃ Yapamıyorum dediğin zaman yapamazsın. “Yapabilirim, bütün bu insanlar yapabildiyse ben de yapabilirim” dediğin an yapabiliyorsun.
⁃ Beynine ne söylediğin beyninin sana söylediğini belirler.
⁃ Ve hedef zirve değil, hedef zirveye ulaşıp dönüş noktasına varmak.