Saldım çayıra, Mevla'm kayıra

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
3 Ağustos 2022 Çarşamba

Uzun zamandır bir düğün davetine gitmiyorum. Çevremde arkadaş, akraba, çocuklarını evlendirecek pek akranım da yok zaten. Öte yanda COVID’in hayatımıza getirdiği olumsuzluklar kadar, abartılı (bence) kutlamalara -mecburiyetten de olsa- dur denmesi olumlu bir gelişme sayıldı. Nişan, düğün, doğum gibi olaylar tabii ki gerçekleşti. Ancak 500 - 750 kişilik davetler unutuldu. Zaten doğallığını yitirip zirve yapan her olay zaman içinde çöküşe geçer.

Nikâhlar sanal ortamda gerçekleşti; düğünler için 1500 - 2000 davetiye basılmaz oldu. Kalabalık ortamlar unutuldu. Bu süreçte birçok sektör zarar gördüyse de farklı seçenekler yaratıldı. Kimi kutlamalar aile arasında yapıldı, kimileri de herkes gibi olabilme adına yapılan şaşaadan kurtuldukları için mutlu oldu.

Yeni yaşam tarzına ekonomik zorluklar eklenince düğün vs gibi vesilelerde hediye yapma geleneğinde değişiklikler oluştu.

Bir vakitler düğün hediyesi olarak altın vermek en kolay çözümdü. Hatta çok samimiyetiniz olmadığı halde çağrılı olduğunuz davetlere, “Bir Cumhuriyet yeter” gibi düşünmek çok doğaldı.

Doğrusu en son ne zaman bir altın hediye ettiğimi hatırlamıyorum…

Gün geldi, “Yarım altın versem ayıp olur mu?” düşüncesi belirdi. ‘Ayıp’ aslında rahatsız edici bir sözcük. Yine de insanlar kalıplaşmış düşünce tarzından kolay kurtulamıyor. Bir süre sonra yarım altın yerine ‘çeyrek’ almak ‘normal’ sayıldı.

Şimdilerde normal nedir bilemiyorum ama abartılı kutlamaların artık yapılmaması bana çok daha normal geliyor. Olanaklar sınırsız olsa bile, doğa bir şekilde kendi kurallarını getiriyor.

↔↔↔

Paranın anlam taşıdığı, elden ele geçerek yıprandığı günlerde bile anneannemin cüzdanına eprimiş kâğıt para koymama gibi bir takıntısı vardı. Her alışveriş sonrası para üstü olay haline gelirdi. “Bunu istemem yenisini ver, al şunu temizini ver…” günlük küçük tartışmalardı. O kadar ki, alışverişini bizler yapmaya başladığımızda para üstünü kendi cüzdanlarımızdan bulup buluşturur, mümkün olduğunca az yıpranmış olanlardan verirdik. Çaresiz kaldığında o beğenmediği kâğıt paraları ayırır, ütüledikten sonra cüzdanına yerleştirirdi.

Şimdilerde elime geçen her ‘gıcır’ banknotta diken diken oluyorum. Her cüzdan açışımda enflasyon daha çabuk içine giriyor hissine kapılıyorum.

Anneannemin enflasyon gibi bir sıkıntısı yoktu gerçi ama COVID başladığında ben de verilen her parayı önce bir poşete koyup ütüledikten sonra cüzdanıma koydum. Gerçi artık önlem paketini gevşettim. Portakalları sabunlamıyorum, paraları da ütülemiyorum.

Saldım çayıra, Mevla’m kayıra…

↔↔↔

Şikâyet edip söylenmek, rahatsızlık yaratan bir konuyu kısır döngü gibi aramızda tartışıp çare aramamak halkımıza özgü müdür, Doğu kültürünün bir parçası mıdır emin değilim.

Büyükada’dan kalkan Şehir Hatları vapurlarının tüm adaları dolaşması, önceki yıllarda olduğu gibi direkt sefer konmaması her gün işe gidip gelenleri giderek zorlamaya başladı. Sabah iki, akşam iki saat ulaşımda harcanan zaman kaybı caydırıcı unsur olma yolunda. Yaz başında her tür merciiye başvurulmasına rağmen olumlu sonuç alınamadı.

Şikâyete devam etmek yerine, konunun üstüne gitmekte her zaman yarar var. Geçtiğimiz pazar günü bunaltıcı sıcağın altında direkt sefer konması için imza toplayan doğma büyüme Adalı dostumuz Yaşar Bildirici’ye teşekkür ediyorum. Yazın ortasına gelmiş olsak da, hâlâ sonuca ulaşabiliriz. Zaman herkes için çok değerli. Her Adalı’nın da insanca (oturarak) ulaşımdan yararlanması en doğal hakkı.

Sağlıkla kalın.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün