Yazmış olduğum bir denemede, kalemin bir nesne olarak artık hayatımda pek yer almadığını söylerken, benzer sözleri kâğıt için de eklemem gerektiğini düşündüm. Yıllar önce cebimden hiç eksik etmediğim not defterleri yanında, aklıma gelenleri yazmak için kullandığım küçük kâğıtlar da artık ortada görünmüyor. Bir zamanlar kaleme aldığım o kısa notlarla yazılarımın çatısını kuruyor, yakaladığım düşünce kıvılcımlarını birer deneme yazısına dönüştürerek sonradan daktiloya çekiyordum. Geçmiş yıllarda gazete ve dergilere yayımlanmak üzere gönderdiğim bütün şiir ve denemeler, o daktiloda yazdığım A4 kâğıtlarında gün yüzüne çıkıyordu. Onların kopyaları hâlâ dosyalarımda saklıdır. Şimdi yazdıklarımı ise ya bilgisayar ekranında okuyorum ya da gazete, dergi ve kitaplarda…
Kâğıttan söz ederken, okul yıllarında kullandığımız defterleri unutmayalım. Her dönem başında, renkli kâğıtlarla özenle kapladığım, kimini keyifle, kimini de ödev zorunluluğuyla doldurmaya çalıştığım bu defterler artık anılarda kaldı. Gençliğimde bir süre günlük olarak tuttuğum ciltli kalın bir defteri, uzun yıllardır kapağını hiç açmamış olsam da, güzel bir anı olarak yine saklıyorum. Keşke bu günlüğü yazmayı sürdürebilseydim. Hiç değilse bugün, duygu ve düşüncelerimin her yaş dönemimdeki farklılıklarını izleme olanağım olurdu. Daha mı sabırsız oldum, yoksa alışkanlıklarım mı giderek değişiyor, bilmiyorum. Kesin olarak şunu söyleyebilirim: Elime kalem almadığım sürece, kâğıtların, dolayısıyla defterlerin de hayatımda bir yeri kalmadı. Özellikle bilgisayarların hız ve kolaylıklarına alıştıktan sonra, kâğıt ve kalemle oyalanmak, bana sanki zaman yitirmek gibi geliyor. Gençler bu kanıya, benden çok önce varmışlar bile…
Kâğıtlardan söz ederken, onların kalemle buluştuğu, duygu ve düşüncelerimizi aktardığımız mektupları unutabilir miyiz? Her biri yazılırken neler yaşanmış, farklı karakterlerle kaleme alınmış bu el yazıları, okunurken neler hissedilmiştir?.. Bunları anlatmak için kim bilir kaç roman, kaç öykü yazılmıştır. Hele yarattıkları hayal dünyalarıyla, ünlü olmuş ya da çekmecelerde unutulmuş, her sözcüğüne nice anlamlar yüklenmiş aşk mektuplarını da ayrıca anımsatmak isterim.
Yazarlar yönünden ele alacak olursak, kullandıkları kâğıtlar, kalemler bir yana, sonuçta onların arkasından ancak basılmış olan ya da belki hiçbir yerde yayımlanmamış sayfalar kalıyor. Kimi yazarlar benden sonra tufan diyerek, yazdıklarına tümüyle sırt çevirebildiklerini de onların yaşamöykülerinde okuyoruz.
Çağdaş İran edebiyatının öne çıkan yazarlarından Sadık Hidayet, Kör Baykuş romanında şöyle diyor:
“Ben gittikten sonra canı cehenneme! İsteyen yazdığım kâğıt parçalarını okusun, isteyen hiç okumasın. Sadece yazma ihtiyacı benim için zaruri olduğundan yazıyorum. Düşüncelerimi hayalime ve gölgeme aktarmaya, eskisinden daha çok muhtacım.”
Her nesne için olduğu gibi, kâğıt ve kalemi de ancak bir gereksinim olduğunda kullanıyoruz; ama teknolojik gelişmeler doğrultusunda, bunların buluşmaları giderek azalıyor diye düşünüyorum.