Bir söyleşide av hatıralarını anlatan avcı, vurduğuna emin olduğu ceylanın koşmaya devam etmesinden şaşkınlık duyduğunu anlatmış. “Acaba vuramadım mı?” diye söylenirken yanındaki dostu şöyle demiş: “Rahat ol öldü, ancak henüz bunun farkında değil.”
Bu anekdot bizim de içinde olduğumuz hayatta pek çok aslında can çekiştiğini bildiğimiz gerçeği harala gürele sürdürmek adına verdiğimiz beyhude çabaları düşündürdü. Sımsıkı sarılıp hala varmış gibi davrandığımız bazı oluşumların içindeki karışımdan aslında bir malzeme zamanla eksilmiş olabilir. O da neşe. Hayatımızın çoğunu artık tutkumuzu yitirdiğimiz ancak sürmesini istediğimiz işlere, birlikteliklere ve sohbetlere ayırıyoruz. Sıkılsak da, sürekliliği sağlamak için…
Geçen hafta ufak oğlumu ziyarete gittim. Onun bir sincap ciddiyetiyle yaşadığı hayatını şaşkınlıkla gözlemledim. Hala nedensiz yere mutlu olmak gibi çocuksu bir yönü vardı, yalnız yaşamak onu hiç bozmamış. Titizlikle odaklandığı işini ara ara salıp odanın içini online dolduran neşeli dost sesleri ile muhabbete sıçramak veya mini bir internet oyunu oynayıvermek, sonra “Oh, sonunda acıktım” deyip, fırına şak diye ikimiz için lezzetli ve pratik bir yemek atıvermek, o yemeği bana sunarken, son zamanlarda okuduğu heyecan verici makaleleri, yeni teknolojileri anlatması, hiçbir program yapma kaygısı olmadan akşam seçeneklerini değerlendirmesi bana çok akıcı geldi…
Anladım ki acil olanları bile önem sırasına koyarak, zamanı yönetmeyi doğal hale getirmiş. Sosyal medyada sunulan ve kriter kabul edilen mutluluk arayışlarına pek itibar etmemesi, onun içindeki neşenin sürekli hale gelmesine yaramış. Ona göre hala var olmak basit ve akıcı bir şey.
Gerçekten de mutluluk ekonomisi denen tüketim araçlarına sevmek veya lanetlemek gibi ekstrem mesai harcamadan insanın çocukluğundaki neşeyi koruyabilmesi çok doğal… Başkalarının doğruları ile konumlanmak yerine kendi ilgi alanlarını ileri sürebilen insanlar daha neşeli gamsız ve çekici oluyor.
Ara ara elime aldığım filozof Alan Watts’ın dediği gibi: ilgi duyan ilgi çekici olur, büyülenmiş olan büyüleyici olur. Bulaşıkları sıkıla sıkıla yıkayıp bir görev gibi görenle, bu işi bir oyuna çevirebilen aynı mesaiyi harcıyor aslında. Gerçek neşenin medyada alt yazı ile ifade edilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Gerçek neşe insanın içinin kıkırdamasıdır. Ne yaptığımız değil sadece yaparkenki ruh hali akılda ve bedende kalıcı oluyor. Sadece üstü açık araba ile İtalya kırsalında gezmek yetmez, o arabadaki kişi, muhabbet, derinlik ve neşe anıyı kalıcı hale getiriyor.
Demek ki gerçek tutkusunu ve içindeki kıkırdamayı keşfeden kişinin hayattaki eylemlerini keyifle yapması, ciddiyetle yapmasından daha fazla bir güç gerektirmiyor. Elbette, insanın kendi statükosunu tam dengede tuttuğu ve bu çabasız akışta kaldığı dönemlerde acı ve ani kayıplar oluyordur. Ancak acının yanı sıra, biraz neşe, tekrar fiziksel sağlığa dönülmesine, tekrar güçlü tutkular hissedilmesine yardımcı oluyor.
Kısacası, doğu felsefelerindeki evrensel tek benlik kavramını (bu evrende bir toz olduğumuz) benimsiyorum. Var oluşumuz bir hırs değil bir kabulleniş olsa daha kolay. Uzlaşmacılık adına toplumda süregelen yaşam kabullerini, aslında henüz can verdiğini fark etmemiş ceylanın şuursuzluğuna benzetiyorum…