Dünya dört bir yandan ateş çemberi altında. Rusya’nın 24 Şubat’ta başlattığı savaş ülkemizde gündemden, göreceli olarak, düşmüş olsa da tüm hızı ile devam ediyor. Ukrayna halkının karşı karşıya olduğu vahşet, milyonların mülteci duruma düşmüş olması, bir ülkenin yaşamına, kültürel mirasına kasıt edilmesi, çoktan geçmişe gömülmüş olması gereken acıları gündemde tutuyor.
Benzer şekilde, Çin – Tayvan meselesi yalnızca bölgenin değil, dünyanın tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Bölgenin karışması, Büyük Savaş’tan bu yana dengede duran Pasifik’teki durumu içinden çıkılmaz noktaya taşıyacaktır. ABD ile birçok konuda derin bir rekabet içine girmiş olan, adımlarını Washington’a meydan okurcasına atmaktan çekinmeyen Pekin için Tayvan, uzun zamandır çözülmesi gereken bir sorun olarak ortada durmakta. Yüz yıllık bir ayrılığın öznesi olarak kıta Çin’inden çok farklı bir yaşam şeklini benimseyen ada ülkesinin dünya ekonomisine, gündelik teknolojiye katkısı azımsanmayacak düzeyde.
Sırbistan’ın Kosova ile olan didişmesi, Macaristan’ın AB normları dışına sarkan Orban faktörü ve değişik, dolaylı birçok sürtüşme işleri içinden çıkılmaz hale getirmek üzere…
Artan gerilimin nükleer silahlanmanın soğuk nefesini hissettirmeye başlaması ise düzenin ısınması ile gelinen noktayı ifade ediyor. Başkan Putin’in nükleer kullanabileceklerini ima etmesi, yalnızca bir ihtimal dahilinde dahi olsa, yeniden kutuplaşmaya doğru giden gündemde atlanmaması gereken önemli bir husus.
Oysa, çok değil birkaç gün önce, ABD’nin Hiroshima üzerinde patlattığı ilk atom bombasının yıldönümüydü. Burada ve hemen sonrasında Nagasaki’de yitip giden yüz binlerin, sakat kalanların, akabinde onulmaz hastalıklara maruz kalanların anıları henüz taze iken, dönüp dolaşıp aynı yere gelmenin anlamsızlığı, mantıklı insan için çok belirgin olmalı.
Hırs, boş gurur, nüfuz edinme yarışı irrasyonel düşünceleri ve davranışları besliyor. Halkının refah düzeyini arttırmak üzere seçilen liderler, ne hazindir ki zaman içinde salt kendi çıkarlarını düşünen ve yalnızca bunları beslemenin peşinde koşan zalimlere dönüşebiliyor. Ve onlar, kendilerinden olmayanları, kendileri gibi düşünmeyenleri ortadan kaldırmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Çin ile Rusya, ABD liderliğindeki batı blokuna ayar vermek için adı konmuş bir güç birliğine giderler mi? Avrupa Birliği’nin - özellikle Almanya’nın - enerji konusunda Rusya’ya olan bağımlılığı denklemi nasıl etkiler. Alman halkı kış ayları gelip çattığında Rus doğalgazından mahrum kalır, daha maliyetli alternatiflerin kucağına atılırsa nasıl tepki verir? Macaristan’ın ırkçı lideri AB söylemini bozarken oluşan yeni dengede, birliğe son katılan zayıf halkların bunun içindeki konumunu nasıl etkiler? Rusya baskısı İsveç ve Finlandiya’yı NATO koridoruna sürmüşken, Avrupa’da Rusya’ya karşı görülecek bir gevşeme, Ukrayna’yı zora sokarken başka neleri alıp götürür? Bu ortamda nükleer olma yolunda gizli kapaklı çalışmalarını sürdüren İran’ın etkisi ne olur? Tahran’ın salt İsrail’e karşı geliştirdiği nefret söylemine başka ülkeler de katılır mı?
Sorulacak çok soru var. Yanıtları ise tahminden öteye gidemiyor. Dünyanın yüz yıl önceki ateş sarmalına girmemesini dilemekten öteye bir şeyler yapmak gerekiyor. Oysa, pandemi konusu başta olmak üzere birçok müşterek tehdit dahi insan yığınlarını bir araya getiremiyor. Bölünmüşlük, savrulmuşluk bu yüzyılın ilk çeyreğine damga vuruyor.