“Bizi insan yapan en büyük özellik yalan söylemektir.” Bu cümleyi kim söyledi veya nerede okudum hatırlamıyorum. İlk tepkim irkilmek olduysa da çok yanlış bulmadığımı söylemeliyim.
Her ebeveyn gibi çocuklarıma küçük yaşta etik değerleri, neden ve niçinlerini, kavrayacakları basit bir dille öğretmeye çalıştım. Gerçi onların algısı yetişkinlere göre çok daha hızlı ve çok daha dürüst. Bir keresinde, “Sonuç ne olursa olsun, her zaman doğruyu söyleyeceksin” dediğimde yanıt çok hızlı geldi: “Azar işiteceksem, doğruyu söylemek niye?” Bunun üstüne sabırla “Güvenilir bir insan olmanın yolu dürüstlükten geçer,” açıklamasını yaptım.
Söz konusu değerlerin yanı sıra, çocuğa ilk kez yalan söylemesini de ben öğrettim. Cumartesi öğleden sonraları kültür ve eğlencenin bir arada olduğu partilere katılırdı. Aynı gün başka bir yere çağrılırsa, hafta sonlarını büyükanne ve dedesiyle geçireceğini söylemesini de sıkı sıkı tembih etmiştim. Sonuç olarak, ‘beyaz’ veya değil, yalan söyletmiştik.
Belli bir olayın ardından, babam, “Rüşvet vereceksen, ya en büyüğe, ya da en küçüğe vereceksin” dediğinde yaşım bayağı büyüktü.
Oğlum rüşvetin ne olduğunu benden çok daha çabuk öğrendi. Üniversitenin ilk senesinde, hocasının önerdiği bir kurumda staja başladı. Bir süre sonra ilgili evrakları almak için iş yerinden verilen adrese gitti. Nezaket sözcüklerinin ardından yetkili kişi çenesini ovuşturunca, bizimki duraklamış, ‘Sakal sakal’ denince yine bir anlam verememiş. Bunun üzerine adam, “Sakalın ne olduğunu öğrenmedin mi daha?” deyince rüşvetle tanıştı ve sistemin olağan bir parçası olduğunu çabuk kavradı.
Evde öğrenilen doğrularla hayatın karşınıza çıkardıkları aynı paralelde gitmiyor. Ama daha acısı evde öğrenme şansı olmayanlar…
↔↔↔
Kısa bir süre önce Hasköy Yahudi Mezarlığında 80’den fazla mezar taşı tahrip edildi, yıkıldı. Yaşları 11-13 olan birkaç çocuk suçlu bulundu. Sanırım ardından serbest bırakıldı. Doğalda korkulacak bir mekânda o çocukların ne işi vardı? Ve o yaş çocuklar hangi güçle balta kaldırıp mermer parçalayabilmişlerdi? Meçhul!
Olayı duyduğumda tüylerim diken diken oldu. İlkten kimlerin hasar gördüğünü bilemedim. Ne fark ederdi zaten. Yaşayanlardan sonra ölülerden mi nefret edilecekti?
Murat Mıhçı’nın yazdığı üzere, “Tahribatlar sadece ölenlere değil, geride kalanlara bir mesaj” olabilir mi acaba? Meçhul!
Birkaç gün önce, bir aile büyüğümüzün taşının da hasarlı olduğunu öğrendik. Öğrenmek başka, gözünle görmek bambaşka… Resmin bulunduğu kitabe haricinde parçalanmamış yer kalmamıştı. Adına, nefret bile diyemeyeceğim. Valilik taşların onarımını üstlendi. Sağ olsunlar. Ya sonra!
↔↔↔
Rastlantı mutlaka… Hasköy’den sonra Zeytinburnu’ndaki tarihi Balıklı Rum Hastanesinde sebebi henüz tespit edilemeyen yangında binanın çatısı alev aldı. Neyse ki can kaybı olmadı. Çoğu yaşlı olan hastalar başka sağlık kurumlarına götürüldü.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, soğutma çalışmalarının ardından tarihi hastanenin restorasyonu ile ilgili çalışmaların ivedilikle yapılacağını söyledi. Sağ olsunlar.
Sağlıkla kalın.