“Eyvallah bazan kabulleniştir, bazan boş veriştir bazan yol veriştir” Ali Canip Olgunlu
Hayat nasıl bir şey? Dün neredeydin? Bugün neredesin? Dün Malezya’da UNESCO’nun dünya kültür mirası Kota Kinabalu’nun zirvesinde; bugün Urla’nın Barbaros köyünde… Dolunayda…
Hiçliğin ortasında bir tarla!
Tarlanın ortasında bir “sofra.”
Hiçlik derken alabildiğine doğanın orta yeri…Yoksa köye çok yakın… Zaten çok değil birkaç saat evvel aşureyi kaynattı dostumuz Selda Güleç bulunduğumuz köyün meydanında… Tüm köy halkı ile paylaştı. Hem yaparken herkesin eli değdi, bir imece işi oldu, hem yerken herkesi birleştirdi. Aşure…
Yoktan var eden, var ettiğini çoğaltan, lezzetleri birbirine uyumlayan, eklendikçe olduğu kadar paylaştıkça da birleştiren kültür hazinesi bir lezzet, bir var oluş, bir oluş hali aşure. Derler ya, yediği neyse, insan da odur diye. Aşure de öyle bir şey… Yalnızlığın zindanlarında savrulduğumu düşündüğüm, kendimi bir ayrık otu zannetitğim o uzun yıllar pek sevmediğim o aşure… O zindanların zincirlerinden kopup da doğa ile, dostlar ile sevgi bağlarımı yeniden kurabildiğimden -ve ayrık otunun değerini öğrendiğimden beri- bayıldığım bir hayat lezzetine dönüştü aşure…
Ve dolunay!
Dolunay göz kırpıyor bize yukarıdan. Geçen ay, Kota Kinabalu’da zirveye tırmanışımda bulutların arasındaydı… Şimdi ise bulutsuz bir gökyüzünde… Dağların arasında….
Dostlar, canlar, yüreğinize dokunanlar, hayatımıza dokunanlar… Sırf bu anı birlikte yaratabilmek için yollar kat edip de gelenler… Ve tabi kendimiz… İlla ki kendimiz. Yüreğimiz açıldığınca, yüreğimizin genişliğince bir varoluş… Yaşam… Her günü aynı gibi görünse de bazan her anı sürprizli, her anı özel, her nefes şükredilesi bir yol…
Bizi bize götüren bir yol belki de yaşam dediğimiz. Bir sevgi yolu… Olduğumuzu zannettiğimiz bizden o en derinde en gerçek olduğumuz bize bir oluş yolu… Nasıl uzun bir yol o özünde en kısa olan kendinize yol! Zindanlardan cennete bir yol…. Yokluk bilincinden varlık haline bir yol… Ve bu muhteşem oyun alanını hayatlarına dokundukları/dokunanlarla kuran Selda Güleç’in dediği gibi “bir oyunsa eğer yaşam, oyun arkadaşlarıdır onu anlamlı kılan.” Yol boyunca kimi değişse de, kimi uzun yıllar, oyunlar boyu bizimle kalan, yanımızda olan, oyunumuza renkleriyle, duygu ve düşünceleri ile katkıda bulunan, dönüşen, dönüştüren, dönüştürdüğümüz, oyun arkadaşları… Bazan bir gülümseme, bazan bir bakış, bazan derin bir tartışma ile… Bazan uzun sofralarda, bazan uzanmış çimenlere aynı kayan yıldızda buluşan bakışlarımızda... Mutlulukta olduğu kadar, acıda… Doğumda olduğu kadar, hastalıklarda ve ölümde… Yoktan var eden, varken çoğaltan, çoğalttığını paylaşarak birleştiren oyun arkadaşları lazım… Ve yedisinde bulduğu kadar ellisinde bulduğu arkadaşları da değerli ve özel insana….
O zaman eyvallah demeye hazır mısınız dostlar? Hayata ve yanı başınızdakilere, gönlünüzdekilere ve gönlünüzde olup da yanınızda olmayanlara, olamayanlara eyvallah demeye hazır mısınız?
Benden kocaman bir eyvallah…