6 Eylül´ün bize hatırlattıkları üzerine…
6 Eylül 1955 akşamı Kuzguncuk’un Yahudi mahallesi… Uzaktan gelen cam kırılma sesleri sonrası o zamanlar küçük bir kız çocuğu olan anneannem korkuyla babası Leon Bey’in yanında bulur kendini… Mösyö Leon o dönem Kuzguncuk Cemaati’nin sevilip sayılan önde gelen bir bireyidir. Leon Bey aileye sakın evden çıkmamalarını, perdeleri sıkı sıkı kapamalarını öğütledikten sonra kendini can havliyle dışarı atar. Saldırganlar Yahudi mahallesine ulaşmadan tüm mahalleyi kurtaracak bir çare düşünmelidir.
Aradan çok geçmeden soluğu mahallenin “kabadayısı” olarak tanınan alkol müptelası Ahmet’in evinin önünde alır. Ahmet, Leon Bey’in anlattıklarından sonra ona sıkı sıkı tembihler: “Tepedeki büyük evinize boydan boya bir Türk bayrağı asın ve hemen herkes evlerine Türk Bayrağı assın. Ben buradayım, merak etmeyin. Halledeceğim.”
Etrafı yakıp yıkarak, naralarla ilerleyen çapulcu grubu mahallenin başına geldiklerinde merdivenlerde oturmuş bekleyen “Ahmet ağabeylerini” görüp duraklar. Kararlı bir şekilde ellerinde sopalar, ağızlarından salyalar akan o saldırganların önünde Ahmet ayağa kalkar ve o her zamanki kabadayı nidasıyla seslenir: “Görmüyor musunuz oğlum? Burası Türk mahallesi, etrafta oturan herkes de Müslüman. Bayraklarını asmışlar. Bana inanmayıp geçmeyi deneyecek olan varsın buyursun, cesedimi çiğneyip geçebilir.” Çapulcular tatmin olmasa da Ahmet Ağabeylerine saygıdan söylene söylene oradan ayrılırlar. 6-7 Eylül 1955 akşamı Kuzguncuk’ta evi yağmalanan tek Yahudi aile ise, maalesef evleri yağmalanan, hayatları bir gecede kararan Rum ailelerin yaşadığı mahallede oturmaktaydı. Mahallede “kabadayı” lakabı ile tanınan Ahmet, yıllarca kimseye zararı olmamış, onu dinleyen, el vermeye çalışan Yahudi dostlarını unutmamış ve insanlık adına o gece üzerine düşeni yapmıştı…
Genç arkadaşım Aviel Kohen, 6-7 Eylül 1955’in yıldönümünün yaklaştığı bu günlerde anneannesinin yaşamış olduklarını kaleme alıp “Mois ağabey, şimdi zamanıdır anlatmanın…” diye sitem dolu bir mektupla bu yazıyı paylaştığında duygu dolu gözlerle “Haklısın…” diyebilmiştim. Nitekim sevgili Aviel de birçok genç kardeşim ve toplum bireyimiz gibi, yaşadığımız onca travmaya, bu topraklarda yüzyıllardır var olmamıza rağmen halen kimilerince “Türk” kabul edilememenin sessiz acı ve üzüntüsünü yaşamaktaydı. Türk Yahudi’si olarak küçükten beri, aynı sevinçlere, aynı bayramlara, aynı üzüntülere ortak olan bizler 30 Ağustoslarda sevinip, 10 Kasımlarda beraber hatırlarken kamusal alanda çoğu kez “Siz Türk müsünüz?” sorusuna muhatap kalıp, kendimizi anlatmak zorunda hissetmekteydik… Eminim 6-7 Eylül akşamı evleri yağmalanan, aileleri parçalanan onlarca komşumuz, kardeşimiz de en az bizler kadar bu toprakların evladıydı… Dileriz sağduyulu Ahmetlerin sayısı artar ve travmalarımızla yüzleşebiliriz.
Sizlerle bu yazıyı paylaşmadan saatler evvel Batum Sarp Sınır Kapısından Gürcistan’a tur grubumla giriş yapmaktaydım. Tam da yukarda yazdıklarımı tasdik edercesine gümrük memuru bey kimliğimi aldıktan sonra “Siz nerelisiniz? Orijininiz nedir?” sorusunu yöneltince dayanamayıp yüksek bir tonda “Senden daha Türk’üm memur bey, 530 küsur senedir İstanbul’dayım!” diyebildim. Grubumdaki dostlar, sakinliğime şaşırmış ilk kez şahit oldukları bu durum karşısında “Mois Bey biz sizin yerinize kavga edecektik. Bu ne ayıp, mesnetsiz bir sorudur. Hiç mi utanmıyorlar?” diyerek bu topraklarda gayrimüslim olmanın tek soru ile deneyimini yaşamışlardı.
6 Eylül gününün biz Türk Yahudileri için en acı hatırası ise 6 Eylül 1986 Neve Şalom Sinagogu terör saldırısıdır. Saatler 09.17’yi gösterdiğinde içerde Şabat duası devam etmekteyken ellerinde otomatik silahlarla sinagoga giren teröristler önce etrafa ateş açtı, ardından da öldürdükleri masumların üzerine benzin döktüler ve el bombalarıyla intihar ettiler. Amacı sadece dua etmek olan 22 kardeşimiz bu elim saldırıda hayatını kaybetti. O acı gün bizlere artık kendi ülkemizde dua etmeye giderken, toplum kurumlarımızda, hayatın her adımında korunmamız, güvenlik gerçeği içerisinde yaşamamız gerektiğini öğretti. Gençlerimizin eğitiminden, toplumumuzun sosyal ihtiyaçlarına, yarınlarımıza yapabileceğimiz yatırımların ciddi bir kısmı ‘özgürce’ yaşamak adına ‘güvenlik’ oldu. Komşularımız mekanlarımızda ziyarete geldiklerinde simsiyah kalın demir kapılarla karşılaştılar… 1 Mart 1992 ve 15 Kasım 2003 tarihlerinde yaşadığımız sinagog saldırılarımız ise maalesef güvenlik ihtiyaçlarımız konusunda haklı olduğumuzu acı deneyimlerle bizlere gösterdi…
Genç kardeşim Aviel’in mektubunun sonunda dile getirdiği gibi “Dileriz Ahmet gibi bizi tanıyan, seven dostlarımızın sayısı artar. Bir daha böyle acılar bu coğrafyada yaşanmaz. Bu ülkenin hepimizin olduğunun bilincinde huzur ve sevgi içerisinde yaşarız.”
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun. Sevgiyle kalın…