Dünyada yaşanmış birçok zaman, içerisinde toplumların yaşamlarını, varlıklarını ve yokluklarını da beraberinde taşır. Toplumların zor zamanlarında ise bir duruş sergilemeyi önceleyen insanlar olur. Kimileri liderlerdir, kimileri aydınlar ya da sıradan vatandaş da olsa, duruşu ile cesareti simgeleyen, sadece dışa karşı değil kendi içine karşı da eleştirebilen insanlardan bahsediyorum.
Örneğin liderler derken, kendi zor zamanlarının çıkışları için canlarını ortaya koyanlardan bahsedebiliriz. Atatürk gibi, Mandela gibi…
Toplumların var oluş mücadelelerinde aydınların da yeri çok önemlidir. Nazım Hikmet’in her yaşadığına rağmen pes etmeyen duruşunun kazanımları sadece kendi dönemine ait değil, kendinden sonra gelen tüm dönemlere de aittir örneğin.
Hemen mene her ulusun bir var oluş mücadelesi bulunur. Başarılı ya da başarısız olsun, böyle bir yaşanmışlık hep vardı. Elbette önemli olan sadece tümden bir toplumu şekillendirmek gibi görünse de, küçük gibi görünen arayışlar ve hareketler de bütünlüklü bir şekillenmenin temellerini oluşturur.
Bir aydının cesur duruşu ve mücadelesi bir ülkeyi tümden kurtarmaz belki ama çıkış kapısını bir adım aralar.
***
Emile Zola’nın en bilinen mücadelesi gibi örneğin. Zola Fransa’da natüralizm akımın öncüsü olan ünlü bir yazar olarak tanınır. Zola’nın edebiyat dışındaki şöhreti ise, Dreyfus Davasında takındığı cesur ve aydın tavırdır. 1897 yılında Fransız ordusunda Yahudi olması nedeniyle askeri yargının duyarsızlığına kurban giden Yüzbaşı Dreyfus’u hükümetin bütün baskılarına rağmen savunan ve Fransa devlet başkanına hitaben “İtham Ediyorum” makalesini yayınlayan Zola, baskılardan dolayı Fransa’yı terk edip bir süre Londra’da yaşamak zorunda kaldı ama çabaları sonucunda Dreyfus Davası’nın yeniden görülüp adaletin yerini bulması sonucu yurduna döndü.
Her dönemin en temel sorunlarına ışık tutan aydınlar, sadece eleştirmez yol da gösterir. Üstelik eleştirileri mutlaka yapıcı olur. Çünkü yolculuğun yapıldığı tek bir gemi ve bu gemide herkesin bulunmakta olduğunu da bilir. Başta kendisinin.
Zola gibi daha birçok ismi sayabiliriz. Ülkede kötü gitmeye başlayan her şeye karşı hareketlenen, doğru ve güzel olanı bulmak için yola çıkan ve bir taraftar gibi değil, sağduyu ile doğru ve yanlışı değerlendiren insanları bir araya toplayan birçok isim sayabiliriz. Zor zamanda ‘ben’i biz yapan isimler. Atatürk’ten beridir toplumsalın böyle birini yarattığına tarihin tanıklık etmediğini de vurgulamak isterim.
Zola önemli eseri ‘Therese Raquin’de natüralizm örneği verirken bir baskının ve mücadelenin de örneğini vermişti. Romanın başkarakteri olan Therese fizyolojik özellikleriyle ele alınırken yaşadığı çevrenin bir ürünü olarak görülmekte ve yaşadığı çevre gibi ezilmiş bir yapıya sahip olarak kaleme alınmaktadır. Therese’in bu yapısı fizyolojik özellikleriyle kitapta şöyle anlatılır: “Basık bir alnın altında dar, uzun ve çelik gibi bir burnu vardı.” Burada basık bir alın derken gelen baskılardan ezilmiş olduğu ve çelik gibi bir burun derken de Therese’in güçlü kişiliği anlatılmaya çalışılmış. Romanda Therese çevresinden aldığı baskılar nedeniyle bütün duygularını içine atmış fakat bir süre sonra içgüdüsel dürtülerine dayanamayarak bütün duygularını açığa vurmuş bir karakter. Therese’in duygularını açığa vurması zorla beraber olduğu Camille’yi aldatıp Laurent’le beraber olmasıyla anlatılmakta. O zamana kadar Therese gerçek kişiliğini hep saklamış, karakterini baskı altına almıştır. Laurent’le olan konuşmalarında da bunu ikiyüzlü olduğunu söyleyerek dile getirir.
Roman böyle devam eder.
***
Buradan şuna ulaştım.
Biz bu topraklarda basık alınlı insanlar olduk. Hatta uzun ve çelik gibi burunlarımız da yok!
Belki gelecek nesillerde olur… Artık olsun.