İngiltere nam-ı diğer Birleşik Krallık, güçlü, kaya gibi sert ve muhteşem kadın liderlere alışkın bir ülke. Kraliçeleriyle, siyasetçileriyle dünyanın tüm kadın politikacılarının örnek alması gereken bir coğrafya olduğunu düşünmüş ve inanmışımdır. Birleşik Krallık’ın dünya demokrasisinde en üst sıralarda yer almasının temelinde anayasa yerine parlamentonun üstünlüğü ilkesi olduğu da gözden kaçırmamamız gerekiyor tabii ki.
İngiltere'nin ilk kadın başbakanı ve aynı zamanda 20. yüzyılın en uzun süre görev yapan başbakanı olan Margaret Thatcher, 1979'dan 1990'a kadar arka arkaya üç dönem görev yaptı. Thatcherizm olarak bilinen siyasi görüşleri ve liderlik yaklaşımı kendisine Demir Leydi lakabını kazandırdı. Tartışmalı olmasına rağmen, en iyi İngiliz başbakanları listesinde belirgin bir şekilde üst sıralarda yer aldı.
Birleşik Krallık’ın ikinci kadın başbakanı ise Theresa May’di.
Üçüncü başbakanı ise geçtiğimiz günlerde Downing Sokağındaki başbakanlık konutuna yerleşen 47 yaşındaki Liz Truss oldu. Birleşik Krallık’ta, başbakan hükümeti yönetir ve kraliçe tarafından atanır. Normalde, genel seçimi kazanan partinin de lideridir. Boris Johnson bir seçim olmaksızın istifa ettiği için Liz Truss, İngiltere seçmenleri yerine Muhafazakâr Parti üyeleri tarafından seçildi.
Truss, üç eski başbakan için çalıştı. İlk başta David Cameron tarafından çevre bakanı görevine getirildi. Sonra, Başbakan Theresa May döneminde adalet bakanı olarak çalıştı. Son olarak da 2021'de Boris Johnson tarafından dışişleri bakanlığına getirildi. Ve en çarpıcı başarılarından biri de AB’nin keskin eleştirilerine rağmen Brexit sonrası AB-İngiltere anlaşmasının bazı kısımlarını rafa kaldırarak Kuzey İrlanda Protokolü'nün düğüm haline gelmiş durumunu çözmeye çalıştı.
Muhafazakar Parti’nin üç lideri ve üç başbakan tarafından adeta başbakanlık görevine hazırlanan Liz Truss, siyasi kariyerinde ülke yönetiminde en önemli olacak görevleri deneyimleyerek yükselmiş. Ülkenizin önemli sorunlarının üstesinden gelecek bilgi ve donanıma sahip olabilecek biçimde şekillendiriliyorsunuz, mensubu olduğunuz siyasal partinin üç önemli lideri tarafından. Bu tür bir örneğe ülkemizde rastlamak mümkün değildir. Çünkü öncelikle siyasal partilerin liderleri ezeli ve ebedidir; tartışılmaları, yerlerine yeni adayların düşünülmesi asla ve kat’a mümkün değildir. Ve siyasal parti liderlerinin yerlerine gelecek kişiyi yetiştirmeleri, daha üst görevlere hazırlamaları düşünülemez bile… Ne yani ekmeğinize kan mı doğrayacaksınız. Yerinize göz dikebilecek bir başkasına el mi vereceksiniz? Bizim için komik hatta ironik ve de sarkastik…
Liz Truss, çok hoşuma giden bir konuşma tarzına sahip. Hiç heyecanlanmayan, tipik bir İngiliz soğukkanlılığıyla konuşuyor. O bizim meşhur Akdenizli kavgacı tonlamaları yok; ses tonunda ve vücut dilinde sinirli, öfkeli bir politikacı hali algılamıyorsunuz. Sakin, kendinden emin, iddialı ve tam. Evet ‘tam’ yani donanımlarını hissettiren bir duruşu var. Öncülü Margaret Thatcher’ın 43 yıl önceki giyim kuşamına tuhaflık derecesinde benzeyen moda anlayışı bir yana Thatcher ile karşılaştırılmaktan hiç hoşlanmıyor. Ama örneğin Estonya'daki İngiliz birliklerini ziyaret ederken bir tankta fotoğraf çektirme kararı, 1986'da ünlü bir Challenger tankında poz veren Margaret Thatcher'a öykünme girişimi gibi algılansa da ‘ben başkayım’ı dünyaya anlatmaya kararlı. Partisini, temel muhafazakar değerlere geri dönme vaatleriyle ikna eden Truss, vergileri kısmayı ve devleti küçültmeyi hedeflediğini ifade ediyor.
Theresa May, Temmuz 2016'da David Cameron'dan görevi devraldığında, hemen bir seçim çağrısı yapmamaya karar vermişti. Boris Johnson da Temmuz 2019'da başbakan oldu, ancak aralık ayına kadar seçim çağrısı yapmamıştı. Liz Truss da erken seçim çağrısı yapmamayı seçerse, bir sonraki seçim Ocak 2025'e kadar yapılacak. Tüm dünya gibi bizler de başarılı, deneyimli ve zeki Liz Truss’ı 2025’e kadar dünyanın bu en zor, en sancılı değişim sürecinde izlemeye devam edeceğiz.