Bazen kelimelere bakıyorum. Doğru zamanda, doğru yerde bizim için ne ifade ediyor diye… Niye doğru zamanda, doğru yerde dedim, biliyor musunuz? Kelimeler aslında öyle durumlarda gerçek anlamını buluyor, ne demek isteyecekse söyleyeceğini dümdüz söylüyor.
Hayatımın bu döneminde, benim kelimem: Kabul.
İster edeyim bu kabulü ister etmeyeyim, hayatımın içine; olanca yumuşaklığı, sahiciliği ve bağımsızlığıyla yerleşmiş ve kendini kabul ettirmiş durumda. Baştan bir mecburiyet, sonrasında bir boyun eğiş gibi algıladığım bu sözcük, şimdi benim hayatımın merkezinde ipekten şal, pamuktan yastık gibi…
Yeniden yazmaya başlamak, özel derslerle hedefi net öğrencilerle sene sonundaki ipi göğüslemek için koşmaya devam etmek, evde biraz daha fazla zaman geçirme lüksü; daha çok eş, daha çok sevgili; daha çok anne, daha çok evlat, daha çok dost olmak… Bütün bunlar kabulü değil, şükrü beraberinde getiren, insanın hayatını anlamlı kılan, ona isim veren ayrıntılar…
Başta bana zor gelen, benden koparılmışçasına canımı acıtan, sonrasında alıştığım ama bir türlü hayatımın içinde olmasına müsaade etmediğim ayrıntılar var: Derse girip sınıfı selamlayamamak, çocukların düzene girmesini bekleyememek, bir konuyu sınıfa anlatamamak, bir konuğu okula davet edememek, eskisi gibi sağlam yürüyememek, koşamamak konusunda hayatla kavga etmek gibi…
Bir gün, hanımefendi isterseniz yardım edeyim diyen nazik bir beyefendiye, MS hastasıyım ben, dediğim anda olanı biteni sahiden kabul ettim ve sanki o anda bedenimle olan kavgamı bıraktım. Senkronize ve ezbere gerçekleştirdiğimiz sıradan yürümenin ne kadar bulunmaz bir nimet olduğunu bilerek ama bunu yapamamanın bir eksiklik olmadığını anlayarak, çok teşekkür ederim ama ben MS hastasıyım, böyle böyle kavuşacağım eski performansıma demeyi tercih ederek karşıya geçtim. Mevcut durumu gerçekten görerek isyandan, redden, itirazdan, kavgadan ayrılıp kabul’e geçtim. Bu, olanı biteni, lüzumsuz bir yaşta da olsa başıma geleni kabul etmekti. Dolayısıyla sadece bedenimle değil; aklımla, yüreğimle; dünümle, bugünümle; yapmak isteyip yapamadıklarımla da kavgayı bıraktım. Gönüllü bir biçimde…
Bu, neye benziyor biliyor musunuz?
Bir yerde yaşamayı düşlerken orada asla yaşayamayacağınızı görmek, çok istediğiniz bir okula girmek için hazırlanıp sınavı kazanamamak, birine çok aşık olup onunla ortak bir hayatta asla yan yana gelemeyeceğinizi bir anda anlamak gibi bir şey…
İsyan etmek, kavga etmek, itiraz etmek, affetmek, kendi kendini deli etmek yerine, sadece ama sahiden kabul edip olanın bitenin dışına çıkıp kendine oradan bakmayı seçmek… Bunu da gerçekten isteyerek, anlamaya çalışarak yapmak… Senin olamayacak kadar sana uzak bir hikayede, hikayenin ana kahramanı olmak… Başta biraz ağır geldi tabii ama sonra alışmanın, kanıksamanın çok uzağında var olan durumun içinde, farkında olmayı öğrendim çünkü… Bu bilinç de beni iyileştirdi. Her günü, her anı, yetişebildiğim her zamanı baştan ve hakkıyla yaşamak derdine düşünce kendime sağlam bir yolculuk başladı içimde…
Dersler, projeler, gezmeler, özel zamanlar; daha aksak gibi görünen bir döneme nasıl da olması gereken şekilde yerleşirmiş ve bütün bunlar olurken ben, nasıl tek kelime etmemişim, nasıl izlemişim olanı biteni ve nasıl eskisinden daha rahat çok farklı bir döneme girmişim, bilmiyorum. Sağlam bir cümleyi, bir anda adeta ağızdan kaçırırmış gibi söylemek ve sonrasında yoluna devam etmek…
Başardım bunu…
İlacı ve aşısı bulunmak üzere olan bu hayatın bütün ayrıntılarıyla bıkıp usanamadan dilediğince oynayan bu süreçle kavga etmek yerine; onun yaptıklarını kabul etmek, beni büyüttü.
Hayat, büyütür.
Yeter ki onun kucağında büyürken onunla kavga etmek yerine onun yaptıklarını kabul etmeyi seçin, İnanın daha çabuk büyüyeceksiniz.